Nedenlerin İzinde (22)
TÜRKİYE DEMOKRATİK BİR HUKUK DEVLETİ Mİ?
Aklına şaştığım birileri hâlâ Türkiye; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir, diyor. Hâlâ bu ülkenin vatandaşları, demokrasi ile yönetildiğini sanıyor. Sahi, Türkiye; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti mi? Yoksa “guguklaştırılmış” bir devlette yaşıyoruz da farkında mı değiliz? Soruyu ağır bulabilirsiniz; ama susmak çöküşe ortak olmaktır.
Hukuk devleti: adaletin en yüksek değer olduğu; herkesin özgürce, eşit, güven içinde yaşadığı; yöneticilerin, yargıçların, savcıların, kolluk kuvvetlerinin hukuk çerçevesinde hareket ettiği bir devlettir. Hukuk devleti, devletin vatandaşı değil; vatandaşın devleti şekillendirdiği bir düzendir. Hukuk devleti, keyfiliğin değil kuralların; korkunun değil güvenin; yandaşlığın değil adaletin hâkim olduğu devlet düzendir.
Sorumu yenileyeyim: Türkiye böyle bir ülke mi? Cevap acı; ama net: Hayır! Bir ülkede yargı; hukuku değil, siyaseti dinliyorsa… Bir ülkede mahkemeler; adaleti değil, talimatları uyguluyorsa… Bir ülkede vicdan değil, iktidar -üstelik yalanı meşrulaştıran bir yönetim- konuşuyorsa… Vatandaşlar, ülkelerinin çöküşünü; sessizce, korkarak kabulleniyorlarsa… O ülkeye hukuk devleti denir mi? Ne demişti Hz. Ali: “Devletin dini adalettir.” Yani adalet yoksa devlet de yoktur! O hâlde yeniden soralım: Adaletin olmadığı bir yerde güven olur mu? Huzur olur mu? Barış olur mu? Kalkınma olur mu?
Adalet: Ekmek, su, hava gibidir. Adalet yoksa nefes alınamaz, yaşanılamaz; güven körelir, gelecek karanlığa gömülür. O nedenle her Cuma hutbede okunan ayet; kulakta değil, kalpte yankı bulmalıdır. Ne diyor ayet: “Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.” Evet, Allah biz insanlardan hayatın her alanında adaletli olmamızı temel görev olarak istiyor. Ancak biz, kişi olarak, devlet olarak adaleti baş tacı yapıyor muyuz? Hayır! Peki, neden? Neden, bu ayetin gereğini yaşamıyor ve yaşatmıyoruz? Neden, adaleti yaşamamıza ve yaşatmamıza engel olanlarla mücadele etmiyoruz?
2017 Anayasa değişikliğiyle Türkiye’de yönetim biçimi kökten değiştirildi. Kuvvetler ayrılığı lafta kaldı. Yürütme; yasama ve yargıyı kontrol altına aldı. Milletin meclisi, TBMM’si kanun yapma organı olmaktan çıkıp iktidarın noterine dönüştürüldü. Denetim mekanizmaları tasfiye edildi. Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları iktidar tarafından yok sayılmaya başladı. İç hukuk, evrensel hukukla çatışır hâle getirildi. Hukuk, muhalefeti susturmak için kılıf bulma aracı oldu. Gizli tanık uygulamalarıyla hayali suçlar icat edildi. ‘İrtibat ve iltisak’ gibi muğlak ve keyfi kavramlarla insanlar yargısız infaza maruz kaldı. Bir bakış, bir cümle, internet üzerinden yapılan bir sosyal paylaşım, bir retweet bile “suç” sayılmaya başlandı. Yargı, siyasetin sopa ve kalkanı hâline getirildi. İktidara muhalif TV kanalları büyük para cezalarına çarptırıldı ve karartıldı. Gazeteciler hapse atıldı. Ülke, kocaman bir korku imparatorluğuna dönüştürüldü. Peki, bütün bunlar neden yapıldı? İktidarı bir biçimde ele geçirenler, şahsi hırslarını tatmin etmek için mi? Devlet talanını gözden uzak tutmak için mi? Hataların, yanlışların millet tarafından görünmesini engellemek için mi? Götürene kalkan olmak için mi? Koltuk için mi? Saltanat için mi? Yoksa Amerika, İngiltere, İsrail eksenli BOP’a Türkiye Cumhuriyeti’ni kurban etmek için mi?
Böyle hukuk devleti olur mu? Bu mudur demokrasi? Şu bir büyük gerçek ki Türkiye Cumhuriyeti, tek adam rejiminin tahakkümünde robotlaşmış, vicdanı felç olmuştur. Devlet, hukukla değil; hırs ve öfkeye yenik düşmüştür. En acısı da Türk milleti bütün bunlara alışır hâle gelmiş, kabullenmiş, köleliği nimet sayan bir garip topluma dönüşmüştür.
Ama hayır! Kula kul olmayı reddeden bizler; susmayacağız; alışmayacağız; çünkü: bizler adaletle yönetilmek istiyoruz. İnsanlığın da dinin de kutsalı olan adalet olmazsa devletin çökeceğini biliyoruz. Kuvvetler ayrılığı yoksa demokrasinin olamayacağından adımız kadar eminiz. Onun için diyoruz ki AYM ve AİHM kararları bağlayıcıdır. Gizli tanık düzeni kaldırılmalıdır, uydurma suçlamalara son verilmeli, yargı iktidarın aracı olmaktan çıkartılmalıdır. Kuvvetler ayrılığı gerçek anlamda hayata geçirilmelidir. Temel hak ve özgürlüklerin üzerine karabasan gibi çöken idari uygulamalara derhal son verilmelidir. En önemlisi de BOP’un oyununa gelmemektir.
Unutulmasın ki adalet ve adil yargı, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bugün zulmeden, yarın adalet arayan olabilir. Bugün bozulan kantar bir gün bozanları da tartacaktır. Korkularla değil, hukukla yaşanan bir Türkiye’yi yeniden inşa etmek; ülke geleceği için şarttır, elzemdir.
Hadi Önal/30 Temmuz 2025/ Elazığ