GÖNÜL ERENLERİMİZ VE SEVGİ
Dünya, insanla güzel. İnsanın güzeli ise dünyaya kin ve nefretle değil, sevgi ve hoşgörüyle bakandır. Sevgi, öylesine güçlü, öylesine yüce bir duygudur ki kuşatınca insanı hem kendisi huzur bulur ve mutlu olur hem de çevresi. Bu duyguyu en iyi bilenler, asırlardır insanlığın ruhuna ışık tutan gönül erenleridir. Hoca Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye, Mevlâna’dan Hacı Bektaş Veli’ye, Sarı Saltuk’tan daha nicelerine… Hepsi de kalplere nakış nakış insan sevgisini işlemiş, sevgi ile insan olmanın sırlarını fısıldamışlardır gönüllere…
“Yol boyunca kül olmayan, yar nezdinde kul olamaz”, diyerek gönül dünyamızı aydınlatan Hoca Ahmet Yesevi, Asya’dan Anadolu’ya uzayan manevî köprüyü sevgi taşları ile döşer. Onun dergâhı; ne etnik köken, ne dil, ne de statü tanır. Tek ölçü vardır: İnsan olmak.
Ahmet Yesevi’nin aydınlattığı yolda ilerleyen Yunus Emre aşkı ve sevgiyi harmanlayarak “Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü”, der. Der de insan sevgisini din, dil, ırk fark etmeksizin evrensel bir noktaya taşır. Yunus’un mısralarında kibir yoktur, ben yoktur, bencillik yoktur, ayrımcılık yoktur, ötekileştirme yoktur. Sadece insan vardır, insanı yürekten sevme, kucaklama vardır.
“Ne olursan ol yine gel” diyerek seslenen Mevlana’nın çağrısı tüm insanlığadır. Mevlana, kaleme aldığı Mesnevî ile insanı iç dünyasında yolculuğa çıkar. O da Ahmet Yesevi gibi Yunus gibi kibrin insanı, insanlıktan uzaklaştırdığını, nefsin terbiye ile doğruyu bulacağını öğütler. Hoşgörü, Mevlana’da yaşam biçimidir âdeta.
“İncinsen de incitme” diyerek gönülleri fetheden Hacı Bektaş Veli, bir diğer kutup yıldızıdır. Hacı Bektaşi Veli, insanı merkeze koyar ve ilimle yoğrulmuş sevgi anlayışının insanı yücelteceğini söyler. Onun anlayışında kadın ve erkek bir bütündür, paylaşmak ve dayanışma insanlığın temeli, olmazsa olmazıdır.
Ve Sarı Saltuk… O, sadece Anadolu’yu değil, Balkanlar’ı da sevgi ile fetheder. Her sözü, özü gibi barış ve insanlık kokan bu yüce gönüllü gönül ereni, yüreğinde taşıdığı barış ve kardeşlik güvercinlerini Balkanlara salar. O güvercinler, farklı kültürleri birleştirir sınırları ortada kaldırır.
Peki, bu kadar gönül zenginliğine ve bu muazzam manevi mirasa sahip olan biz, bu emanetlerin neresindeyiz ve bu emanetleri insana ve insanlığa taşıyabiliyor muyuz? Sevgi ile kucaklaştırabiliyor muyuz insanımızı, insanlığı? Böylesine bir büyük mirası bizlere emanet eden gönül erenlerinin mirasına yeterli sahip olabiliyor muyuz? “Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü”, diyebiliyor; dedirtebiliyor muyuz? Kanın ve gözyaşının ırmak olup aktığı günümüz dünyasında zulme ve zalime ‘yeter yaptıkların, çek ellerini mazlumların üzerinden’ diye haykırabiliyor muyuz zalimlerin yüzüne? Ayrışmayı körükleyen, ötekileştirmeyi marifet addeden, nefret söylemleri ile geleceğimizi karartmak isteyen bedbahtlara “yeter, dur artık!” diyebiliyor muyuz? İnsanlara; Hoca Ahmet Yesevi’nin, Yunus’un, Mevlâna’nın, Hacı Bektaş’ın, Sarı Saltuk’un gözü ile bakabiliyor muyuz? Söyleyin Allah aşkına, bugün bir Yunus gibi sevebiliyor muyuz insanları? Bir Mevlâna gibi herkese gönül kapılarımızı açarak ‘buyur bizim soframıza’ diye davet edebiliyor muyuz? Hacı Bektaş gibi ‘incinsek de incitmemeyi’ başarabiliyor muyuz? Sevgiyi insan ruhunda bir meşale gibi tutuşturarak insanlara ışık olabiliyor muyuz? Gönüllere; “sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” diyerek en büyük hakikati insanlara anlatabiliyor muyuz?
Maalesef, bencilliğin küresel dil olduğu, öfkenin sıradanlaştığı, nefretin alkış aldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Öyle bir zaman dilimi ki, insanlar başkalarının mutluluğundan rahatsızlar; kendi benlerini de gurur gibi taşır olmuşlar. Oysa bu dünya, kara bir yalnızlık değil; Allah’ın insanlığa emaneti olan bir sevgi ve muhabbet ocağıdır.
Allah, insana akıl gibi bir büyük nimet vermiş; ancak insan kendisine bahşedilen bu nimeti sevgi ile yoğrulmazsa zalimleşir. Benliği onu kendisine olduğu kadar diğer insanlara da düşman eder. O yüzden gönüllerimizi ilmek ilmek sevgi ve hoşgörü ile örmeliyiz. Çünkü sevgi, Allah'ın insanların yüreklerine serptiği rahmetin soluğudur.
Sevgi, yalnızca bir his değildir; bir duruştur, bir bakış açısıdır, insanın kendini ve çevresini inşa etme biçimidir. Sevgi, bir toplumun harcıdır; kardeşliği, barışı, huzuru açılan bir kapıdır. Sevgiyle konuşan bir ağız, küfür barındıramaz. Sevgiyle bakan bir göz, kin tutmaz, tutamaz. Sevgiyle atan yürek, zulüm görse de zalimleşmez. İşte bu yüzden sevgiye dört elle sarılmalıyız. Unutulmasın ki sevgiyi kaybeden insan, insanlığını da kaybeder. Bugün dünyanın yaşadığı buhranın temelinde ne iklim krizi var ne de ekonomik darboğaz… En büyük kriz, yitirilen vicdan, yok edilen adalet, kaybolan sevgidir.
Ey insan! Elinde hâlâ bir fırsat var: Yüreğini temizle, dilini tatlı kıl, aklını adalete yönlendir. Sevgiyle yürüdüğün her yol, seni cennete biraz daha yaklaştırır. Çünkü dünya, hakikatte bir sınav yeridir. Sınavın sorusu nettir: sevdin mi, sevebildin mi?
Bencilliğin karanlığında ışık olmak, öfkenin ortasında serinlik sunmak, nefretin duvarlarına çiçek asmak da biz insanların elinde. Gelin, yeryüzünü cennete çevirelim. Çünkü bu dünya, sevgiyle güzel, sevgiyle anlamlı.
Dünya dönüyor. Evet; ama kalpler de durmasın dönsün. Dönsün ki gönüller buz tutmaya. Dönsün ki kalpler soğuyup taşlaşmaya. Kalp soğur taşlaşırsa kin büyür, merhamet ölür, adaletin yerini haksızlık ve zulüm alır. Böyle olunca da akan iki acı, kan ve gözyaşı, ırmaklaşır. Unutmayalım ki sevgi yalnızca bir duygu değil, bir sorumluluktur. Ve insan, ancak sevdiği kadar insandır.
Hadi Önal/ 18 Nisan 2025/ Elazığ