Otokrasi mi Demokrasi mi?
Bir Türkiye Değerlendirmesi!
Otokrasi ve demokrasi, siyasi sistemleri tanımlayan iki temel kavramdır. Otokrasi (autocracy), tüm siyasi kararların tek bir kişinin veya partinin kontrolünde olduğu, anayasal ve sivil denetimden uzak bir yönetim biçimidir. Modern dünyada genellikle diktatöryal rejimleri nitelemek için kullanılır.
Otokrasiler, mutlak güce sahip tek liderin veya partinin şiddete dayalı iktidarını, halktan bağımsız siyasal meşruiyeti ve özel mülkiyet üzerinde keyfi müdahale hakkını esas alır.
Bu rejimler genellikle ikiye ayrılır:
Kapalı Otokrasi: Tek-parti yönetiminin hakim olduğu, muhalif partilerin yasaklandığı ve iktidarın darbe veya devrim gibi yasa dışı yollarla ele geçirildiği siyasi formdur. Bu sistemde, halkın hiçbir siyasi hakkı ve yöneticilere karşı bir sorumluluk talebi yoktur.
Seçilmiş Otokrasi: Otokratın iktidara seçimle geldiği, ancak sonrasında yetkilerini artırmak ve muhalifleri pasifize etmek için bağımsız basın ve yargı gibi kurumların denetim mekanizmalarını kısıtladığı yönetim biçimidir. Dışarıdan demokratik bir görünüm sergilese de, kurumlar yalnızca otokratın emirlerini yerine getiren araçlar haline gelir. Bu yönetimler, özellikle enformasyon ve endoktrinasyon (fikir aşılama) tekellerini kullanarak popülist propaganda ile kitleleri manipüle etmeyi hedefler.
Demokrasi ve Temel İlkeleri
Demokrasi (democracy) ise kökleri Antik Yunan'a dayanan, yurttaşların hukuksal eşitliği ve siyasal örgütlenmesi üzerine kurulu bir yönetim şeklidir. Demokrasinin temelinde yatan hukuksal eşitlik prensibi, hiçbir bireyin bir başkasının iradesine doğal olarak tabi olmaması gerektiğini savunur. Bu, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin efendi-köle ilişkisine benzemediği anlamına gelir.
Demokratik sistem, tüm vatandaşlar için geniş bir kişisel özgürlük alanı sunar. Bu özgürlük alanı, ifade özgürlüğü, serbest seçimler ve muhalefet gibi temel unsurları içerir. Modern demokrasilerde, çoğunluğun diktasını engellemek amacıyla yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirinden ayrılır (kuvvetler ayrılığı ilkesi) ve insan hakları öğretisiyle hukuksal eşitlik güvence altına alınır.
Demokrasinin en temel farkı, modern dünyada doğrudan yönetim yerine, sağlam kurallar ve kurumlar üzerine kurulu temsili yönetim anlayışını benimsemesidir.
Türkiye'nin Siyasi Gelişimi: Otokrasi-Demokrasi Sarkacı
Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık siyasi serüveni, zaman zaman otokritik, zaman zaman ise demokratik eğilimler arasında gidip gelen bir sarkaç gibi hareket etmiştir.
Kuruluş sürecinde tam anlamıyla bir demokrasi olmasa da, yeni rejim hiçbir zaman kapalı bir otokrasi olmamıştır. Atatürk liderliğindeki Cumhuriyet, halkın rızasıyla kurulmuş ve halkı modern bir seviyeye taşıma hedefiyle ilerlemiştir.
Atatürk, hayatı boyunca kuvvetler ayrılığı ilkesini savunmuş ve laik, sosyal bir hukuk devleti kurma amacı gütmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimler, halkın cehaletten kurtulması ve çağdaş bir yaşam standardına ulaşması için bir zemin hazırlamıştır.
Bu dönemde halkın eğitimi için okullar kurulmuş, modern bir vatandaş profili oluşturulmaya çalışılmıştır.
Ancak, 1950 sonrası çok partili döneme geçişle birlikte, Türkiye siyaseti yeni zorluklarla karşılaşmıştır. Demokrat Parti iktidarıyla başlayan süreç, Kemalist devrimlerin askıya alınmasıyla eleştirilmiş ve sonrasında gelen askeri darbelerle demokrasi defalarca kesintiye uğramıştır. 1980 sonrası Turgut Özal döneminde de demokrasi adına atılan adımlar olsa da, tam anlamıyla kökleşmiş bir demokratik yapı oluşturulamamıştır.
Günümüz Türkiye'sinde Seçilmiş Otokrasi Tartışmaları
… 2001 yılında sosyal-liberal bir parti olma niyetiyle kurulan AKP'nin 2016 yılından sonra "seçilmiş otokrasi" ideolojisine doğru everildiği öne sürülmektedir. Bu everilmenin temelini Gezi Parkı protestoları, yolsuzluk iddiaları, 15 Temmuz darbe girişimi gibi olaylar oluşturmuştur. Bu sürecin doruk noktası ise, "Cumhurbaşkanlığı Sistemi" olarak adlandırılan yeni yönetim biçimidir.
Bu sistemle birlikte, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, çoğulcu demokrasi gibi ilkeler rafa kaldırılmış, kuvvetler birliğini içeren gayri resmi bir "tek-adam" yönetimi kurulmuştur.
Bu sistemde, seçimle iktidara gelen liderin icraatları üzerinde anayasal veya sivil bir denetim kalmamıştır. Bağımsız yargı ve basın organlarının fonksiyonları kısıtlanmış, tüm devlet kurumları liderin emirlerini yerine getiren cepheler haline gelmiştir.
Bu durum, popülist propaganda ve medya tekeli aracılığıyla halkın manipülasyonuna yol açmakta, dolayısıyla Platon'un "demokrasi, demagogların rejimidir" sözünü hatırlatmaktadır. Halkın rasyonel olmayan söylemlere kolayca inanması, muhalefetin yetersizliği ile birleşince otokratın konumunu sağlamlaştırdığı iddia edilmektedir.
Ancak, son olarak, otokratik yönetimler altında halkın, yöneticilerin kendi çıkarlarını halkın çıkarlarının üstünde tuttuğunu, kamu kaynaklarını kötüye kullandığını ve kendilerine lüks yaşamlar sağladığını fark etmeye başladıkça, demokratik rejimlere yönelik talebin hızla arttığına dikkat çekiyor.
Sonuç olarak, bir toplumun hak ettiği yönetim biçimiyle yönetildiği ve muhaliflerin, temel ahlaki ilkelerde birleşerek halkı ikna edebildiği takdirde demokrasinin yeniden güç kazanabileceği düşüncesiyle sonlanıyor.
Ali Berham ŞAHBUDAK