YEL BEYİNLİ YELKOVANLAR
Yel beyinli yelkovanlar yine dümendeler. Yılan yününü yeşil salataya doğramak için paçalarını sıvayan Yarım profil yamyam turşuluları, her türlü adaletsizliği, haksızlığı hukuksuzluğu, yolsuzluğu yapmakta o kadar ustalaşmışlar ki... Biliyorsunuz ilham aldıkları ustaları da bu konularda oldukça mahirdi. Hatırlayın, kumpas, sahte belge üretme, önceden gömdükleri suç unsuru mermi ve mühimmatın yerini bir büyük tören çerçevesinde kepçe ile kazdırarak bulma, gizli tanık, kozmik oda…
Dün öyleydi bugün farklı değil. Ustalarından el alan çekirdekten yetişme bu yalan ve iftira zübükleri, yelken söndürmek ve de velinimetlerine şirin görünmek için yine iftira ve algı operasyonlarını büyük bir başarı(!) ile sürdürüyorlar. Son marifetleri de sahte diploma üretme, soru aşırma yanı sıra hak edilmiş diplomayı iptal, bel altı vurma, rakiplerini yargı sopasını kullanarak itibarsızlaştırma ve de diskalifiye etme… Nasıl mı oluyor bütün bunlar? Koyuyorlar davul tozunu pirinç bir havana üstüne biraz minare gölgesi sonra başlıyorlar dövmeye...
Şimdi bana yakadan konuşmayı bırak da ne diyeceksen açık ve net söyle diyenleriniz olacak. Ne demişti gerçek usta: “sözüm odun gibi olsun da hakikat olsun tek.” Ya, işte böyle sen ne söylersen söyle; suç onlarda değil, onlara o aklı veren keşişte. Gerçi keşiş de şaşmış bu işe ya neyse. Gerçek şu keşişin akıl verdiği kişiler de bir büyük inişte! Bu saatten sonra ister okşa ister pişpişle olacakların önüne geçilemez: Abbas yolcu. Kolu uzunların telaşının asıl sebebi de bu işte! Ne demiş atalar: “Olacakla öleceğin çaresi yoktur.” Sobada yananın kok olduğunu nihayet anladı sülükler. Ha bu arada çok dikkat etmek lazım bacanın dumanına! Yel bu ya, kısa süreli de olsa yön değiştirebilir. Sen, sen ol aldanma algıya. Aldanırsan, dönen duman dolar ciğerlerine öyle bir uyku çöker ki gözlerine, valla ambulansta yetişmez imdadına.
Nerede kalmıştık; hani diyordum hukuk guguk olursa adamın küsuratı da işte böyle mafya kesilir başa. Hele de bu küsurat hukuk özürlüyse… Her neyse bakıyorum da gözlerdeki mahmurluk kalkmış. Hani diyorum bir de ağızlar kaval çalmayı terk etse… Yine da giderayak benden sonra tufan diyebilecek bu zihniyetin kış-kışlarına karşı çok uyanık olmak gerek. Zira da olsa bu kelle kerti engereklerin yapamayacakları kötülük yoktur. O nedenle kendini bilmez bu kapuskaların ağızlarına salıncak kuracak sonra da sallana sallana ve de ara vermeden… Anladın sen! Lafın bütünü galaksinin angutlarına söylenir.
Dedim ya bu saatten sonra bunların iştahlarını ancak turşuluk hıyar giderir. Varacaklar pazara alacaklar tezgâhtan iki kilo kornişon, koyacaklar sepete. Niye ekşittin yüzünü. Sen de onlardan biri misin yoksa! Olmadı diyorsun, kornişon olmasın canım bademlik olsun. Yine mi uymadı? Valla bu saatten sonra uysa da olur uymasa da… Bilirsin, şaşmaz kural: Yaratılan her şeyin bir zıddı olduğu gibi yaratılanların yaptıkları her şeyin de bir bedeli vardır. Sen, sen ol güvenme zara. Dübeşin, iki biri de var. Önemli olan sonun ucu. Ucu dedim, bak yine suratın Çarşamba pazarına döndü. Yoksa bir şey mi battı nazik yerine? Batmadıysa böyle kıvranman niye? Sana dedim ya ameliyatla vicdanını aldırmışsan kıvranman boşuna… Eğer haksız çubuklardan örmüşsen kafesi, er geç onun içinde alacaksın nefesi. Ya ne sandın hırtlamba? Milletin hışırı çıkacak sen amuda kalkmanın keyfini süreceksin! Var mı öyle bedava bir dünya? Var mı öyle kıçının bohçasını açıp da konaklamak?
Dedim, tekrarlamakta da beis görmüyorum: Her amuda kalkmanın bir bedeli olacak. Hele de amuda kalkan ekmek yediği çanağa pislemişse… Muhtarı çağırmak, bekçiye haber salmak yetmez imam da bu pisliği temizleyemez. Fitnenin fütuhatını fırsat bilip elde ettiği ganimet yük olur böylesi haramzadelerin omuzlarına.
Yalnızca çürütmeye yeminli tarih ve şuur yoksunu konuşan baltanın değil, onun köftesine maydanoz olan kendisini fasulye gibi nimetten sayan kenef bülbülü kırpıntıların da sonu gelecek elbette. Nah, yazıyorum şuraya…
Hadi Önal