FATSA’DA SEKİZ GÜN
Her yıl gitmesem duramam. Hakkında o kadar çok şey yazdım ki okurlarım da artık Beyceli Köyünü uzaktan tanıyor. Ordu’nun Fatsa ilçesine bağlı, denize 30 km. uzaklıkta beş mahalleden oluşan büyücek bir köy. Benim orda kardeşim Ayhan’la ortak bir evim, akrabalarım, yedi dönüm kadar bir fındık bahçem ve çocukluk ve gençlik anılarım var.
FATSA’DA ZİYARETLER
8 Eylül Sabahı otobüsten inip otogara yakın yeğenim oto lastikçisi Özgür Sarıhan’a geçtim. Eşi işe gittiğinden Sabah kahvaltısını annesinin evinde yaptık. Saat onda ADD’de buluşmak üzere şube başkanı Kemal Altuntaş’la anlaşmıştık. Rüstem Gürler ve Kemal Gencay da oraya geldi. Ben hazır Fatsa’ya gitmişken bir söyleşi ve imza günü düzenlemek istiyorlardı ve bunu aralarında görüşerek sonuçlandırmaya karar verdiler.
Sonra Rüstem Gürlerin Belediye İşhanındaki bürosuna gittik. Gargalak edebiyat dergisinin sorumlusu Volkan Odabaşı da oraya geldi. Sohbet ettik. Aboneliğimi yeniledim. Onlardan ayrılınca, birlikte yemek yememizi uzunca bir süredir önermekte olan Kitapçı İsmail’in kitabevine gittim. Dizlerinde bir sorun oluştuğundan bir süredir yürüyemiyormuş. Bu nedenle Hünkâr Restoran’dan pide istedi, büroda yedik. Kitapçı İsmail kendine özgü biri. Daha çok din kitapları ve okul kırtasiye malzemesi satıyor. Nadir bulunan eserleri topluyor. Fatsa’nın kültür tarihine meraklı.
KÖYÜME KAVUŞMA
Köyden Fatsa’ya her gün bir yolcun minibüsü iniyor ve öğleden sonra iki gibi dönüyor. Bense Fatsa’da ziyaretlerini yapıp akşam köye gitmek istiyorum. Fakat araç bulma sorunu var. Neyse Özgür akşam beni götürmeye söz veriyor fakat onun da köyde acil bir işi çıkmış, erken gitmesi gerekiyormuş. Saat dörtte onunla köye gidiyorum. Kışın İstanbul’da yazın köydeki prefabrik evinde oturan emekli ebe Fatma ablaya iniyorum. Gece Ayhan’la eşi Rahime’nin o sabah terk ettikleri evimize geçeceğim.
Sabahleyin ilk işim Ayhan ve Rahime’nin imar ettiği evin çevresini gezmek oldu. Bu yıl ekip diktiklerinden bir sonuç alamamışlar, meyve ağaçlarının dalları da bomboş! Sonra hemen yüz metre ötede mezarlığımızı geziyorum. Babamın, annemin, kardeşlerimin mezar taşlarını okşuyor, tanıdığım öteki akraba ve komşularımın mezarları başında anılarımı tazeliyorum…
KÜLTÜR MERKEZİ AÇIYORUZ
Ayhan, Beyceli Kültür Merkezi için köyde yaklaşık 10 kişiyi benim adıma toplantıya çağıracaktı. 16 kişiye haber vermiş. 6 kişi geldi. Birkaç yıldır, onarılan eski ilkokulun Kültür Merkezi adıyla hizmete devam etmesini, etnografik eşyanın toplanıp burada koruma altına alınması ve sergilenmesini, köyün tarihi ve kültürüyle ilgili bazı önemli bilgilerin fotoğraflar ve diğer görsel araçlarla somut hâle getirilmesini önermekteydim. Katılımcılardan üçümüz bunu hararetle savunduk. Ötekiler pek oralı olmadı. İleri sürülen çekincelerden biri, bu merkezin sorumluluğunu alacak bir gönüllünün çıkmaması, diğeri de okulun pencerelerin demirlerinin olmaması idi.
İki gün sonra köyün eski öğretmenlerinden Necati Sarıhan’la, karşıda Kuzmiri mahallesindeki kahveye giderek konuyla ilgilenen altı kişiyle yeni bir toplantı yaptık. Katılımcılar, konuyu benimsediler, ellerinden geleni yapacaklarını söylediler. Ellerinden gelebilecek olan evlerde bulunan dedelerinin, anne ve babalarının kullandıkları tarım, mutfak, dokuma ver benzeri eşyaları getirip merkeze teslim etmeleriydi. Gerekirse ev ev dolaşılarak bu tip eşyalar tavanlardan, bodrumlardan ve ambarlardan bulunup toplanacaktı.
Cuma günü cami avlusunda ezanı bekleyen bir gruba da konu açıldı. Böylece Beyceli Kültür Merkezi düşüncesi köylüler arasında biraz daha yayıldı. Komşu köyden bir usta çağrılarak pencerelerin ölçüsü aldırıldı. Demirci 28.000 lira fiyat çıkardı. Hemen bu paranın toplanmasına girişildi ve beşi o anda köyde, ikisi Fatsa’da, üçü İstanbul’da, biri Ankara’da bulunan toplam 11 kişi bu parayı karşıladı. (Onların adlarını yayımladım) Kuzmiri Mahallesinde Kalkınma ve Güzelleştirme Derneği adında bir dernek var. Yakına kadar oyun amacıyla varlığını sürdüren dernek el değiştirmiş ve Davut Dik yönetiminde yeni ekip köyün sosyal hayatı için çalışmaya başlamış. Kuzmiri Mahallesindeki onarılmış eski ilkokulu bir yaşam merkezi hâline getirmiş. Toplantı sonrasında bizi götürüp gösterdiler.
Birkaç gün içinde pencere demirleri de takılacağından artık buraya eski eşyaları koyma sırası gelmişti. Önce İhsan Torgan evlerindeki eşyadan sekizini bir hafif ticari araca yükleyip getirdi. Sonra Ayhan Sarıhan’ın eline geçirdiği ve evin bodrumunda koruduğu 12 eşyayı sınıfa yerleştirdik. Fotoğrafını da paylaştım. Gerisi için acele etmedik. Hele bir de teşhir dolapları ve raflar yapılsın. Buraya yüzlerce eşya toplayacağız. Raf ve teşhir dolabını da Fatsa Belediyesi Kültür Müdüründen istedim.
KÜTÜPHANE’DE
1963’ten beri Beyceli’de üç kez kütüphane açıldı. İkisi, sahipsizlik yüzünden birkaç yıl içinde dağıldı. Bu üçüncüsü geçen yıl, Öğretmen Ömer Sarıhan anısına İstanbul’da oturan yeğeni Can Arıca tarafından tek gözlü yapı yenilenerek açıldı. İçine de bin kadar kitap konulmuş bulunuyor. Ne yazık ki açık bulundurulmuyor. Geçen yaz Fatma abla günde bir saat kadar orada hazır bulunuyordu. Birkaç okul çocuğu ve yetişkinlerden üç beş kişi toplam 50-60 kitap almışlardı. Bu yıl bu sayı birkaçı geçmemiş. Fatma abla anahtarı isteyene veremeye hazır olmakla birlikte düzenli açmıyor. Köylülerden kitap okumaya talep de yok. (Köylülere nasıl kitap okutulur konulu bir yazı yazacağım)
Köyde bulunduğum bu bir hafta iççinde her gün birkaç saat kütüphanenin balkonunda oturdum. Araçlarıyla geçenlerden bir kısmı kornalarıyla selam verdiler. Yalnız iki kişi içeri girdi. Buradan yararlanacaklarını söylediler.
Kitaplara şöyle bir göz gezdirirken Viktor Hugo’nun “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü” dikkatimi
Çekti. Onu okudum, Niyazi Berkes’in “Türkiye’de Çağdaşlaşma” kitabında da gözüm kaldı. Ondan ancak bir bölüm okuyacak kadar vakit bulabildim.
ARKEOLOGLAR KÖYDE
Fatsa’da Pontos Krallığı’nın kalelerinden biri var: Çıngırt Kayası. Burada yıllardır kazı yapılıyor. Kazı yapanlardan dört kişilik bir ekip köye geldi. Yanlarında Fatsa Belediyesi Kültür Müdürü de var. Köyün eski öğretmeni Necati Sarıhan’ı ve tepenin yamacındaki Cemalı Mahallesinde yaşayan Yaşar Durgun’u da alarak önce Dikmen Tepesi’ne çıktık. Ormanla örtülmüş bu tepede Pontos Krallığının gözetleme merkezi olduğu sanılan bir yerleşim yeri varmış. Buranın define arayıcıları tarafından defalarca talan edildiği anlaşılıyor. (Bkz. 7 yıl önce yayımladığım “Dikmen Tepesindeki Hazizne”)
Dikmen Tepe’den köyün içinden geçen derenin kıyısında anlatılması güç bir “Kel Tepe” var. Adının Kel olduğuna bakılmasın tepe ağaçların dikenlerin içinde kalmış. Tırmanılması çok zor. Burada bir insan kafatası bulan İhsan Torgan bize eşlik etti. Çevresinde yerleşim olmayan bu tepede insan kemiği, harç gibi yapı malzemeleri bulundu. Köyün bu ıssız ve ormanlık bölgesinde bulunan bu tepenin bazı sırları taşıdığı kanısı uyandı.
Mahalleye dönüp Necati’nin evinin bahçesinde karnımızı doyurduktan sonra komşu Dağ Güvezi Köyünde Beyceli’ye yakın Arıkoğlu Ormanının içinde köylülerin “Mağara” dedikleri bir kaya mezarı var. Ekip dik bir kaya kitlesine oyulmuş ve yaklaşılması çok tehlikeli bu mezarı da ziyaret etti. Fotoğrafını çekti. Bu yüzey araştırması İle ilgili raporlarını ilgili makama verecekler.
Bu küçük araştırmanın da gösterdiği gibi bölgenin en kuytu yerlerinin altında yüzyıllar, belki bin yıllar öncesinden kalan tarih hazinelerinin bulunduğu anlaşılıyor.
KORGAN’DA DOSTLARLA
Kumru ilçesi Köyümüze kestirmeden 12, Korgan ise 10 km.dir. Arabam olmadığından buralardaki dostları ziyaret edemediğimden özgündüm. Korgan’da köyümüzden iki eczacı var. Yakup Cezan ve Mustafa Taner Sarıhan. Yakup’a telefon ettim. Beyceli’deki yeğenlerinden birini görevlendirmiş. Birol beni ve Fatma ablayı aldı. Abaz Deresi boyunca açılmış ve yapımı süren yeni yoldan Korgan’a çıktık. Yakup’un ve Mustafa’nın eczanelerine uğradık. Kahvelerini içtik. Korgan’ın aydınlarından taksici Necmi Uzan’ı da davet ettik. Onlara kitaplarımdan imzaladım. Korgan’ın pazarı idi ve Pazar yeri kalabalıktı. Bir köylü kadının sattığı fındık kirmitinden (mantarından) yarım kilo kadar aldım. Bölgede yaşayanların damaklarında kirmitin tarif edilmez bir tadı vardır. Fatma abla onu mısır ekmeği ile kavurup bana ziyafet çekecekti.
Köyde 18 yıldır felç halde yatan Yahya Agay’ı ve oksijen tüpüyle yaşayan emekli öğretmen Mehmet Sarıhan’ı ve birkaç komşuyu ziyaret ettim. Her yıl bu mevsimde fındık alımıyla harıl çalışan iki tüccar Sabri ve Latif Sarıhan’ların dükkânları önünde oturarak gelen gidenle sohbet ettim. Bu yıl fındığı don vurduğundan fındık alımı yok. Yaz tatili için köye gelenler de yavaş yavaş Fatsa ve İstanbul’a çekilmişler.
60 YIL SONRA…
Güzel bir sonbahar güneşinin yıkadığı köyümden ayrılma zamanı geldi. 17 Eylül sabahı köyün minibüsüyle Fatsa’ya indim. Belediye Kültür Müdürlüğünde Cevat Erbil’in çay ve simit ikramını ve Fatsa tarihi ile ilgili iki kitabı aldıktan sonra Fatsalı şairlerden emlakçılık yapan Hasan Gencay’ı aradım. Arabasıyla geldi. Önce Sülükgölü semtinde bir manastır kalıntısında kazı yapan ekibi ziyaret ederek bilgi aldık. Sonra 1965-1967 yıllarında öğretmenlik yaptığım, Hasan’ın da köyü olan Yassıtaş Köyüne çıktık. Eski öğrencilerimden Şaban Bayraktutar’ın evinde kahve içtikten sonra hala kızı Mahmure, ardından köyün yetiştirdiği seçkin aydınlardan eski arkadaşımız Hakkı Yüksekyıldız’ın eşi Nuriye Hanım’a uğradık. Ne kadar sevindi!
Köyün mezarlığına çıktık. Önce ünlü türkünün kahramanı Hekimoğlu’nun birkaç yıl öce yapılmış mezarını sonra Hakkı’nın mezarını ziyaret ettik. Köyün alt başına indik. Burada “İşte Safiye’nin evi” dediler. Şaban’ın kız kardeşi Safiye’yi birinci sınıfta okutmuştum. Kayın babası ve kaynanası da bahçedeydi. Safiye’ye seslendiler, bani tanıyıp tanımadığını sordular. Aradan geçen 58 yıl içinde hiç görmediği öğretmenini tanıyamadı! Kim olduğumu söylediklerinde de şaşkına döndü. Dili çözüldü. Hayır hayır, hiç unutmamıştı! Benim onları unutmadığım gibi.
Safiyelerin avlusunda kısa bir süre oturup kokulu siyah kara üzüm ikramını kabul ettikten sonra yolumuza devam ettik. Bolaman Irmağını geçerek Demirciköy’de hala oğlu İrfan’ın evine çıktık. Her ziyaretimizde olduğu gibi ikramda bulundular. Ağabeyi Osman da geldi. Güzel sohbetler ettik. Birkaç yıl önce eski okulda açılmış kadın üretim kooperatifi açık. İki kadın üye orada. Raflarda dizili kavanozlar içinde yerel ürünler var. Ankara’ya götürmek üzere birer kavanoz galdirik, merolcan ve bir paket tarhana aldım.
Biraz yukarıda Gürcü köyü Kabakdağı’nın özellikleri var. Yenilikçi ve girişimci insanlar. Yüro ile çalışan bir otelin önünde inerek işletmeciden bilgi aldık. Burada dört beş tarihi kişinin adını taşıyan müze var. O mesleğin ve kişinin eşyalarını birer odaya yerleştirmişler. Köyün meydanında bir lokanta ve bahçesinde yemek yiyen kalabalık bir müşteri grubu var. İçlerinde Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dekanlığından tanıdığımız ve beni de bir tarihte konuk eden Bilal Dindar’la karşılaşıp ayak üstü sohbet ediyoruz ve Fikri Sönmez’in mezarını buluyoruz. Onun mezar taşını da elimle okşuyorum.
Akşam olmak üzere. Fatsa’ya dönüyoruz. Hasan Gencay beni Öğretmenevine bırakıyor. Orada tavla başında emekli öğretmen Kemal Gencay’ı yakalıyorum. Sonra Sinop’ta yaşayan ve ziyaret için Fatsa’da bulunan öğrencim Zeki Karataş’ı arıyorum. Geliyor, özlem gideriyoruz. Beni otogara bırakıyor. Terme’de yaşayan 91 yaşındaki Feride ablayı ve yeğenim Ayla’yı ziyaret ediyor, saat 22’de Fatsa’dan kalkan otobüse Terme’den binerek Ankara’ya yollanıyorum… (Bir gün daha kalacak, söyleşi ve imza etkinliğinde bulunacaktım. Bu etkinlik düzenlenemediği için dönmeye karar verdim.)
Okumak mı daha öğreticidir, gezmek mi? Gezmek gibi var mı? Ankara’ya geldiğimin ertesi günü gezi yazılarımdan oluşan “Gezen Tilki Yatan Aslan” adını taşıyan kitabımı matbaaya gönderiyorum…