Rogg & Nok;
ALEVİ VE KÜRT CUMHURBAŞKANI YARDIMJCILARI
Türkiye’de Kimlik Temsili, Devlet Yönetimi ve Çoğulculuğun Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme, Çoğulculuk, Temsiliyet ve Toplumsal Barış Üzerine Bir Değerlendirme, Türkiye’de Eşit Temsiliyet ve Toplumsal Barışa Dair Analiz
Bu tartışma, Türkiye’nin sosyo-politik yapısında kimlik temsili ve devlet yönetiminde çoğulculuğun sınırlarını ortaya koyan önemli bir örnektir. MHP liderinin, biri Kürt, biri Alevi iki cumhurbaşkanı yardımcısı önerisiyle gündeme gelen bu mesele, devletin yalnızca Sünni Türk kimliğiyle yönetilmesine karşı bir açılım arayışı olarak öne çıkmaktadır. Bu öneri, toplumsal bütünlüğü gönüllülük esasında güçlendirme çabası olarak yorumlanabilir.
Buna karşın, devletin üst kademelerinde farklı kimliklere temsil verilmesi, bazı kesimlerde kimlik temelli endişeleri derinleştirmiştir. Bu bağlamda, özellikle Türk kimliğini devletin temeli olarak gören çevrelerden gelen tepkiler, ülkedeki kimlik tartışmalarının halen canlılığını koruduğunu gösteriyor.
Tarihsel olarak bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok milletli yapısı ve Tanzimat reformları, benzer şekilde çeşitli kimliklerin devlet yönetimine dahil edilmesiyle bütünlük sağlama çabasına sahne olmuş; ancak bu gönüllü birlikten ziyade zoraki bir birlik olarak kaldığı için uzun vadede dağılma sürecini engelleyememiştir.
Sonuç olarak, günümüzde devlet kademelerinde farklı kimliklere yer verilmesi önerisi, Türkiye’nin toplumsal barışını inşa etme yolunda olumlu bir adım olarak görülebilir. Ancak bu temsilin atanma yoluyla değil, ilgili toplulukların rızası ve katılımıyla gerçekleşmesi, gönüllü birliğin güçlenmesi açısından kritik önemdedir. Aksi takdirde, kimlik temelli ayrışmaların derinleşme riski sürecektir.
Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısı, tarihsel olarak farklı kimliklerin bir arada yaşamasına ve bu kimliklerin devlet kademelerinde temsil edilip edilmeyeceğine dair tartışmalara sahne olmuştur. Özellikle MHP liderinin biri Kürt, biri Alevi iki cumhurbaşkanı yardımcısı önerisi üzerinden gündeme taşınan tartışmalar, devletin kimlik temsiline dair klasik paradigmasını ve bu paradigmanın sınırlarını gözler önüne sermektedir. Bu metinde sunulan tartışmalar, Türkiye’nin toplumsal bütünlüğü, gönüllü birliğin tesisi ve devlet yönetiminde çoğulculuğun nasıl sağlanabileceği konularında kritik bir bakış sunar.
Türkiye gibi çok katmanlı kimliklerin bir arada yaşadığı ülkelerde, devlet yönetiminde çoğulculuk ve temsil meselesi, sadece siyasi bir tercih değil toplumsal barışın inşası açısından da kritik bir öneme sahiptir. MHP liderinin önerisi, birliğin gönüllülük temelinde sağlanabilmesi için sembolik bir kapının aralanmasına vesile oluyor. Ancak, temsilin niteliği ve gerçekliği, atama yoluyla mı yoksa toplulukların kendi iradeleriyle mi belirlenip belirlenmediğine bağlı olarak değişiyor.
- Temsilin sadece sembolik düzeyde ve yukarıdan atanma biçiminde olması, toplumsal gönüllülüğü ve aidiyeti güçlendirmez; aksine mevcut ayrışmaları derinleştirebilir.
- Farklı kimliklerin devlette temsil edilmesi, gönüllülük esasına dayalı olarak hayata geçirilirse, toplumsal barışa ve devletin meşruiyetine katkı sunar.
- Tarihsel örnekler, zoraki birliklerin kalıcı olamayacağını, gönüllü birliğin ise daha sürdürülebilir olduğunu göstermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu, çok milletli yapısını Tanzimat reformlarıyla korumaya çalışsa da, devletin hâkimi konumunda olan Sünni Müslümanların ayrıcalıklı konumu nedeniyle gönüllü bir birlik oluşturulamamıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da benzer bir şekilde, devletin Sünni Türk kimliği üzerine kurulu olması, diğer kimliklerin formel olarak hak sahibi olmalarına rağmen siyasi iktidar ve temsil açısından dezavantajlı konumda kalmalarına yol açmıştır.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu öne sürse de, pratikte farklı kimliklerden gelen bireylerin üst düzey devlet kademelerine seçilmeleri oldukça zordur. Özellikle Rum, Ermeni, Süryani, Çingene gibi grupların devlet yönetiminde gerçek temsiline imkân tanıyan yapısal düzenlemeler eksiktir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Alevi inancı için bir bölüm açılmasına dahi sıcak bakılmaması, farklı inanç ve kimlik gruplarının siyasette görünmez kılındığını göstermektedir.
Çok milletli ve çok kimlikli toplumlarda, devletin çatısı altında bir arada yaşam biçiminin iki ana yolu olduğu vurgulanmaktadır: zorla birlik veya gönüllülük temelinde birlik. Zorla kurulan birlikler, tarihsel ve toplumsal gerçekler karşısında sürdürülemez; gönüllülük esasına dayalı birlik ise, ortak aidiyet duygusunu ve barışı besleyebilir.
Dünyadaki diğer örnekler Büyük Britanya, Rusya Federasyonu, Çin ve Hindistan merkeziyetçilikten özerkliğe uzanan farklı yönetim modelleriyle, kimlik temsili konusunda çeşitli deneyimler sunmaktadır. Türkiye’nin ise, kendi tarihsel özgünlüğü ve toplumsal yapısı ışığında, çoğulculuk ve temsiliyet konusunda yeni arayışlara ve reformlara ihtiyaç duyduğu açıktır.
Tartışmalar göstermektedir ki, devlet yönetiminde farklı kimliklerin temsili, toplumsal barış ve gönüllü bütünlüğün inşası için önemli bir adımdır. Ancak bu adımın kalıcı bir sonuç üretmesi, atama yoluyla değil, ilgili toplulukların aktif katılımı ve rızasıyla gerçekleştirilmesine bağlıdır. Sembolik ve yüzeysel düzenlemeler, kimlik temelli gerilimleri aşmak yerine daha da derinleştirme riski taşır.
Son kertede, Türkiye’nin devlet yönetiminde gerçek anlamda çoğulculuğu benimsemesi ve farklı kimliklere hakiki temsiliyet sağlaması, hem toplumsal huzurun hem de devletin uzun vadeli bütünlüğünün sigortası olabilir. Temsiliyetin niteliği ve toplumsal barışa katkısı, gönüllülük esasına dayalı, içselleştirilmiş bir çoğulculuğa bağlıdır.
Bu sürecin başarıya ulaşması için, Türkiye’nin yalnızca yasal düzenlemelerle yetinmeyip, kültürel ve toplumsal düzeyde kapsayıcı politikalar geliştirmesi, tarihsel geçmişten ders çıkararak daha demokratik ve katılımcı bir yönetim modeli oluşturması gerekmektedir.
Türkiye’de gerçek anlamda çoğulculuğun ve temsiliyetin tesis edilmesi, yalnızca anayasal ya da mevzuat düzeyinde yapılan değişikliklerle sağlanamaz. Yazıda vurgulandığı gibi, toplumsal barış ve gönüllü birlik için, bütün toplulukların kimlikleriyle, kendilerini ait hissedebilecekleri bir devlet yapılanmasına ihtiyaç vardır. Bu noktada, temsiliyetin gerçek ve içselleştirilmiş olması, sembolik adımların ötesine geçilmesi şarttır.
Tarihsel tecrübeler, rızaya dayanmayan birliklerin uzun vadede sürdürülemez olduğunu; çoğulculuğu, diyalogu ve eşit temsiliyet mekanizmalarını ise toplumsal huzurun anahtarı olarak öne çıkarmaktadır. Türkiye’nin hem kendi tarihi mirasından hem de uluslararası örneklerden çıkaracağı derslerle, kapsayıcı ve adil bir toplum inşa etme potansiyeli fazlasıyla vardır.
Sonuç olarak, demokratik bir gelecek için, her toplumsal kesimin gönüllülük esasına dayanan temsiliyetini sağlamak, ortak yaşam iradesini güçlendirmek ve “başkasının hakkını gözeten bir demokrasi” anlayışını kökleştirmek elzemdir.
Türkiye’de gerçek anlamda çoğulculuğun ve eşit temsiliyetin sağlanabilmesi için, yalnızca anayasal düzenlemelerle yetinmek yeterli değildir. Farklı kimlik ve toplulukların kendilerini özgürce ifade edebileceği, gönüllülük esasına dayalı, kapsayıcı ve adil bir temsil sistemi gereklidir. Tarihsel deneyimler, rızaya dayanmayan birliklerin sürdürülemez olduğunu, çoğulculuk ve diyalogun ise toplumsal barışın anahtarı olduğunu göstermektedir. Demokratik bir gelecek için, her topluluğun özgün kimliğiyle var olabildiği, başkasının hakkını gözeten bir demokrasi anlayışı kökleştirilmelidir…
Türkiye’de gerçek ve sürdürülebilir bir çoğulculuk ile eşit temsiliyetin sağlanabilmesi için anayasal metinlerin ötesine geçilmesi gerektiği açıkça görülmektedir. Farklı toplulukların gönüllü katılımını ve rızasını merkeze alan, adil ve kapsayıcı politikaların geliştirilmesi, hem toplumsal barış hem de ülke birliğinin temel koşuludur. Tarihsel olarak rızaya dayanmayan birliklerin sürdürülemediği örnekleri, farklı yönetim biçimlerinin tartışılmasıyla birlikte, mevcut sistemin demokratikleşmesi için de ilham kaynağıdır. Evrensel demokrasi anlayışının, başkalarının hak ve özgürlüklerini gözeten bir bilinçle kökleşmesi, toplumsal uzlaşının ve istikrarın anahtarıdır. Bu çerçevede, demokratikleşme sürecinde özgün kimliklere saygı ve kapsayıcı temsiliyetin güçlendirilmesi, Türkiye’nin gelecek vizyonu açısından vazgeçilmezdir.
Saygılar…
Rogg & Nok Analiz Merkezi