PKK’nın silahlı mücadeleden vazgeçmesi karşılığında Kürtlere verileceği anlaşılan yeni haklar, basit bir “barış” programından çok daha fazla anlamlar yüklüdür.
Bu yüz yıllık bir tabunun tepe takla olması anlamına geliyor.
Bu tabu Türkiye’de Kürtlerin varlığını siyasi olarak kabul etmeyi ve onların da Türk kardeşleri gibi kültürel, sosyal hakları olduğunun kabulü anlamına da gelme istidadındadır.
Türk devletinin anayasaya ve yasalara kazınmış, Türklere kabul ettirilmiş, Kürtlerin kabul etmesi için de epey ter (silah) dökülmüş yüz yıllık amentüsü, Türkiye’de yalnız Türklerin yaşadığı, herkesin ancak Türk kimliği ile siyasi hayatta yer alabileceği idi. Gerçi bu ezber şurasından burasından yırtılmış bulunuyordu. Bu hiç de devletin rızasıyla olmamıştır. Devleti yönetenler işin ne kadar kötüye gittiğini görerek ülkeyi daha büyük felaketlerden (bölünmeden) korumak için Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalmayı uygun gördüler. Devlet kontrolünde olmak üzere Kürtçe televizyon kurmaları bunlardan biridir. Fakat Kürtlerin kendi partilerini kurup bununla politika yapıp yapamayacakları hâlâ kesinleşmiş değildir. Kürt partilerini kapatma davası, yüksek mahkemelerde el altında tutulmaktadır.
Silahlar teslim alınınca, bunun karşılığında Kürtlere verilecek olan bazı hakların kamuoyundan şimdiye kadar gizlenmesi, devletin kendi yarattığı korkudan kendisinin de ürktüğünü gösteriyor.
Siyasi tarih, hak alma mücadelesinin ezilen halklardan ve milliyetten geldiğini yazıyor. Bizde de öyle olmuştur. Kürtler bunun için çok bedel ödemişler ve devlete de ödetmişlerdir. Bunun maddi olarak nelere mal olduğu bilmem hesaplanabilir mi? Yoksullaşmakta oluşumuzun bir nedeni de herhalde bu olmalı. Devletin savaş yükünü açıklamak için “Sen bir merminin kaç lira olduğunu biliyor musun?” demişti Cumhurbaşkanı.
Fakat yüz yıllık iç savaşın halkın birliğine, kardeşliğine ve psikolojisine zararı, rakamlarla ölçülemez. İki halk arasına büyük bir güvensizlik girmiştir. Her iki taraftan da bu savaşta ölenlerin acısı, daha uzun yıllar başta aileleri, hemşerileri olmak üzere unutulmayacaktır.
Bu yeni açılım önerisinin CHP gibi sosyal demokrat bir partiden değil de Türk milliyetçiliğinin merkezi sayılan MHP’den gelmiş olmasının nedeni henüz açığa kavuşmamakla birlikte tarihsel bir önemi vardır. Zaman zaman iktidara karşı Kürt partisiyle cephe kurmaya çalışan CHP, neden sorunun kökten çözümü için adım atamamıştır? CHP kendini cumhuriyetin kurucu partisi olarak tanıtıyor. O cumhuriyetin içinde Kürt olmadığı için de dili kısmen bağlıdır.
CHP içinde bu konuda iki eğilim var. Genel Başkan Özgür Özel’in temsil ettiği sosyal demokrasi ve insan haklarını es geçmeyen bir kesim, sürece önderlik yapamasalar da onun arkasından gidebilmektedir. Fakat laik özelliğinden ötürü bu partiyi savunan ve demokrasiden, insan haklarından anlamayan bir kesim, ellerinde tuttukları yayın organlarıyla eski statükonun devam etmesini savunmakta, CHP’yi Atatürk’e ve Atatürkçülüğe ihanet etmekle suçlamaktadırlar. Bu kesimin İYİ Parti ve Zafer Partisine daha yakın oldukları söylenebilir. Belki de gelişmeler sırasında bunu açıkça ilan edeceklerdir.
MHP ve bu konuda onunla birlikte olan AKP’nin bu “Barış programı”yla ne elde etmek istedikleri hâlâ açığa kavuşmuş değildir. Bunun karşılığında almak istedikleri bir şeyler olması doğaldır. “Almadan vermek Allah’a mahsustu?” demişler. O bile bize verdiği nimetlerin karşılığında bizden kulluk istemiyor mu? Cumhur İttifakı, Anayasa’da yapmak istediği değişiklikler, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sisteminin devam etmesi için Kürtlerden destek mi istiyor? Kürtlerin buna nasıl yaklaşacakları henüz netleşmiş değildir.
1921 Anayasasını yapan TBMM, emperyalizme ancak Türk ve Kürt birliği ile karşı konulacağını net olarak biliyorlardı. Bu nedenle Kürtlere Türkiye devleti inçinde kalmakla birlikte kendileri ile ilgili kararlar alma yetkisini tanıdılar. Anayasanın buna ilişkin maddeleri sonraki anayasalara konsa ve uygulansaydı Türkiye yüz yıldır Kürt sorunu diye bir gaileyle boğuşmak zorunda kalmayacaktı.
Eğer gerçek bir demokrasi uygulanırsa ülkenin bağımsızlığı, refahı ve birliğinin daha iyi korunacağı görülecektir. Akıllar başa devşirildiği zaman “Biz yüz yıldır bu haltı neden işledik!” denileceği açık. Aklı başında olanlar bir nehirde iki kez yıkanılamayacağını, tarihin tekrarlanmak için değil, ders çıkarmak için öğrenilmesi gerektiğini bilir.
Türkiye, topraklarında farklı milliyetlerin yaşadığı dünyada tek ülke değildir. Bu sorunu başka ülkelerin nasıl çözmüş olduğu da araştırılmaya değer.
Kürt sorununu kökünden çözmek için biraz empati yapabilmek bile yeter. Ancak kaç ülkeden diploması olursa olsun, kalemi ve nutku ne kadar parlak olursa olsun kendini başkalarının yerine koymak olgun bir insan olmak için başta gelen koşuldur. Bu topraklarda Yunus Emre gibi bilgelerin yaşadığını ve bizim böyle bir kültürden geldiğimizi söyleyip dururuz da onun “Sen kendine ne sanırsan ayrığa da onu san, dört kitabın manası budur işte var ise” diyemedikten sonra ordinaryüs profesör diplomanız olsa ne yazar? On kez Hacca gitseniz kime yararı var?
Yüz yıllık bir tabu yıkılırken konuyu iğreti kararlarla geçiştirmek sorunu çözmez. Kürt sorunu konusunda biraz daha radikal olalım.