Herkes önemli olaylara tanıklık ettiği kanısında.
Hükümet ise nerdeyse ulusal bayram ilan edecek!
Devletin MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin seslendirdiği, Abdullah Öcalan’la mutabakatı, birkaç heyet gidip gelmesinden sonra meyvesini verdi. Kuzey Irak’ın Kürt Özerk Bölgesinde kurulan temsili bir oyun sahnesinde, bir kısım seyircinin de gözü önünde PKK’nın 15’i kadın, 15’ı erkek 30 kişilik yönetici grubu, Kandil’den getirdikleri silahları bir kazana bırakarak yaktılar. Bunu daha çok liderleri Öcalan’a ters düşmemek için yaptıkları sanki yüzlerinden okunuyordu.
KÜRTLER NE KAZANACAK?
Sürecin bir parçası oldukları için basının önüne artık “meşru” olarak daha sık çıkmakta olan DEM Parti sözcülerinin, sanki kendilerinin de tam inanmadıklarını belli edercesine dile getirdikleri beklentileri vardı. Bir kere siyaset yapma hakları tescil edilmiş olacak, ikide bir kapatılma davalarıyla uğraşamayacaklardı. Sonra seçtikleri belediye başkanlarına bir kulp takılıp yerlerine kayyım atanmayacaktı. Kısmi veya genel bir af çıkarılarak şiddet kullanmaktan, örgüt üyesi olmaktan hüküm giymiş olanlar bırakılacak ve yeni tutuklamalar olmayacak, belki anadilleri için okullarda bir ders açılacaktı.
PKK kurulduğundan beri dünyada ve Türkiye’de köprülerin altından çok sular akmış bulunuyordu. PKK artık sosyalist bir Kürt devleti kurma isteğinde ısrar edemezdi. Hedeflerini küçültmeliydi. Öyle ki Öcalan, federasyondan ve kültürel özerklikten bile vazgeçmişti. Bir de 1984 Eruh baskınından beri, PKK’nın güvenlik güçlerine yaptığı saldırılarda ve askerin, polisin, korucunun buna verdiği cevaplarda çok insan ölmüş, yaralanmış, bundan zarar görmüştü. PKK “Attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değer mi” diye düşünmüş olabilir. 40 yılı aşkın süren bu boğuşmanın kazancı “Kürtler bizim öz kardeşimizdir. Kürtsüz Türk, Türksüz Kürt olmaz” gibi Kürtlerin hoşuna gidecek bazı söylemler, TRT’nin Kürtçe kanalı gibi kazançlardır ama Selahattin Demirtaş hâlâ hapistedir!
Silahların ateşe verilmesinin ertesi, 12 Temmuz Cumartesi günü Kızılcahamam “Sınırları Aşan Liderlik” temalı kampta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, birkaç gündür “çok önemli” olarak duyurulan uzun bir konuşma yaptı.
İSLAM İMPARATORLUĞU HAYALİ
Bu konuşma, teferruatını atarak özünü yakalayabilenler için ne ifade ediyor? Avrupa karşısında Selçuklu Dönemi ve Osmanlı İmparatorluğunun Yükselme Devrinde olduğu gibi güçlü bir Türkiye. İslamcı AKP’nin bu hayali, Üç Hilalli Milliyetçi Hareket Partisinin özlemleriyle de uyum hâlindedir. MHP’nin AKP ile Cumhur İttifakı’nda birleşmesi birçoğumuza garip gelmişti. Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir siyasi kadro ile Türk milliyetçiliğine gönül vermiş bir kadro nasıl olmuş da güçlerini birleştirmişlerdi? Erdoğan’ın son konuşmasıyla bunun sırrı tamamıyla açıklığa kavuşmuş olmalı. İki taraf “Cihan hâkimiyeti” peşindedir. Bunu Türkler, Kürtler ve Araplar birlikte yapacaklardır. (Bu birlikteliğin içinde Farslar yoktur. Çünkü mezhepçidir.)
Bu bir Sünni İslam ittifakı olmakla birlikte bütün İslam dünyasını içine almak gibi bir hayalin peşinde değildir. Günümüzde Kuzey Afrika’dan Endonezya’ya bir İslam imparatorluğunun imkânsız olduğunu herkes görüyor olmalıdır. Cumhur İttifakı’nın bundan sonra daha açık ortaya koyması beklenen yeni oluşumda Türkiye Türkleri, Ortadoğu’daki bütün Kürt nüfus ve Irak Arapları vardır. Enver Paşa’nın hayali peşinde koşarken canını verdiği Orta Asya Türk İmparatorluğu da yeni stratejinin dışında kalıyor. “Gardaş” Azerbaycan dâhil.
KURTULUŞ SAVAŞI ÖRNEĞİ NEDEN VERİLDİ?
Tayyip Erdoğan’ın, bu projesini anlatırken Kurtuluş Savaşı yıllarını örnek göstermesi ilginçtir. Gerçekten de ara sıra yazılarımda anlattığım, gibi Kurtuluş Savaşı bir Türk milliyetçiliğinden çok, Türk ve Kürtlerden oluşan bir “İslam Milleti” vurgusu yapmış, bunu 1921’de içinde “Türk” sözcüğü geçmeyen anayasasına da yazmıştı. Kürtlerin farklı bir millet olmaktan doğan haklarının tescilini ise savaştan sonraya bırakmıştı, Daha çok Sovyet sisteminden ilham alan bu sisteme göre vilayetler bir çeşit özerklik taşıyacaklardı. Bu hakların Cumhuriyet döneminde, daha doğrusu Büyük Zafer’in ardından anılmaz oluşu, Kürt çevrelerinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış ve Kürtlerde Türk devletinin sözüne güvenilemeyeceği gibi bir inanç doğurmuştur. Genelkurmay’a göre, son PKK ayaklanması hariç Türkiye’de 16 Kürt ayaklanması yaşanmıştır.
“Terörsüz Türkiye” programında Cumhur İttifakı ile birlikte rol alan DEM çevreleri ve onlara bu ilhamı veren Abdullah Öcalan, Devletin el altından sözünü verdiği ve kamuoyuna açıklanmayan reformlara güvenmekte midir? Bundan şüphe duymak gerekir. Ancak PKK, geçmişte üstlendiği devlete baskı yapma misyonunu artık siyasi örgütün yapacağına inanmış olmalıdır. Kendisi de zaten gerilla savaşı vermesine rağmen devletin üstün silahlarına ve eğitilmiş askerî gücüne yenilmiş ve silahlarını Türkiye’den çekmiş bulunuyor. Hükümet Kürtlerden oluşan ve komşu ülkelerde yaşayan siyasi oluşumlara da müdahale etmek niyetindeydi. Ancak şimdilik, Suriye’deki PKK uzantılarının varlığı Suriye Hükümeti ve ABD ile görüşmelerin sonucuna ertelenmiş görünüyor. “Terörsüz Türkiye” programının uzak hedefi zaten bütün Kürtleri, hatta Ortadoğu Araplarını Türkiye ile bütünleştirmektir. Ancak bu koşullarda bir Türk imparatorluğunda Türk nüfusun azınlığa düşme ihtimali vardır ve bu da başlı başına bir sorun oluşturur.
MODERNİZM VE LAİKLİK YOK
Türk-İslam sentezine dayanan ve Türk, Kürt, Arap unsurlarından meydana gelen bir “Cihan İmparatorluğu”nun modernizm ve laiklik gibi bir derdi yoktur. O ülkede yaşayan insanların “insan hakları”ndan kaynaklanan bir hakları olmayacaktır. Bir hak olacaksa bu, farklı bir din ve milletten olma yani “millet” denilen din-mezhep hakkıdır. Amerikan Büyükelçisi de bunu önermektedir. Bu devlet, sosyal adalet, sosyalizm gibi kavramlarla da ilgili değildir. Sanki zaman, İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan demokrasi, Sovyet devriminin ateşlediği sosyalizm ve hatta Fransız İhtilali öncesi bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğunun Yükselme döneminde donmuştur. Bu nedenle Türkiye’deki siyasi İslamcıların Tanzimat ve Meşruiyet gibi Cumhuriyet dönemiyle, hele sosyalizmle de araları bozuktur. Ülkeyi tek bir adamla yönetme isteği ve fakat şimdilik göstermelik bir meclise tahammül ediyor görünmeleri de bu hayallerinden kaynaklanıyor.
Bu nedenledir ki, ülkede hemen bütün çevreler “terörsüz bir Türkiye” istemelerine rağmen, Cumhur İttifakı ve PKK’nın bu ortak girişimine iki koldan itiraz var. Bunlardan biri, Devletin PKK’yı muhatap almasına fena hâlde sinirleniyor. (İYİ Parti ve Zafer Partisi) Diğer kol ise ise Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği ve modernizmi esas alan Cumhuriyet projesine aykırı gördüğü için projeye karşıdır. (CHP’lilerin bir kısmı, ADD Vb. ) Sonuçta kamuoyu yoklamaları halkın çoğunluğunun silah bırakma sürecini olumladığını gösteriyor. Hepsi bu kadar.
Yerine başka bir silahlı örgüt çıkmayacaksa (ki bunun koşulları görünmüyor) PKK’nın silah bırakması, Devlet görevlileri ile Türk ve Kürt sivil halktan kimsenin bu nedenle ölmemesi ve yaralanamaması bakımından büyük bir kazanç olacaktır. Türkiye, PKK gibi silahlı örgütleri yok etmek için harcayacağı milyarlarca liralık bütçeyi, istediği gibi kullanabilecektir. (Refah için mi, savaş sanayii için mi? Borç ödemek için mi?)
Hepsi bu kadar! “Barışma programı” nihayet Türk-Kürt barışıdır. Sermaye ile emeğin değil. AKP ile CHP’nin de değil. Siyasi İslamcılıkla laikliğin hiç değil. Bu bakımdan DEM’i zorlu günler bekliyor. DEM ile Cumhur İttifakı ilişkilerinin çok geçmeden bozulacağını varsayabiliriz. Çünkü DEM Partinin temsil ettiği kitle, AKP’nin siyasi İslamcılığına da MHP’nin Üç Hilal’li milliyetçiliğine de yabancıdır. 1960 sonrası yükselen sosyalist akımların etkisini taşımaktadır. Bu kitle eninde sonunda laik bir halk iktidarı için mücadele eden sosyalistlerle birleşecektir. Kürtlerin siyasi olarak önlerinin açılması, onlarla ittifakın örneklerini “Kent Uzlaşısı” olarak uygulayan CHP’nin de önünü açmak anlamına gelecektir.