Balık Hafızası ve Avrupa Birliği Üzerine İronik Bir Başlangıç
Geçmişin Aynasında Unutkanlık ve Hafıza
Balık hafızası deyimi, insanların veya toplulukların yaşadıkları olayları, deneyimleri ya da önemli bilgileri çok kısa sürede unutmasını, hatırlama sürelerinin kısalığını ifade etmek için kullanılır. Bilimsel olarak her ne kadar balıkların hafızası sanılandan daha uzun olsa da, halk arasında balıkların birkaç saniyelik hafızaya sahip olduğuna inanılır. Bu nedenle, bir kişinin ya da kurumun, özellikle de toplumsal hafızanın, geçmişte yaşananları çok çabuk unutmasına “balık hafızası” denir. Bu ironiyle, tekrar eden hatalar, geçmişin görmezden gelinmesi veya ders çıkarılmayan süreçler vurgulanır.
“Sudan Çıkmış Balık”
Bir Deyimin Kökeni ve Kullanım Alanları
“Sudan Çıkmış Balık” Ne Demektir?
“Sudan çıkmış balık”, Türkçede sıkça kullanılan bir deyimdir ve bir kişinin alışık olmadığı, yabancı bir ortamda kendini çaresiz, şaşkın, ne yapacağını bilemez bir halde hissetmesini anlatır. Bu deyim, balığın doğal yaşam ortamı olan suyun dışına çıktığında içine düştüğü şaşkınlık, huzursuzluk ve uyumsuzluk hâlini temel alır.
Kullanım Örnekleri ve Anlam Derinliği
- Yeni bir işe başlayan bir kişi, henüz iş ortamına ve kurallarına alışamadığı için “sudan çıkmış balık gibi” hissedebilir.
- Yabancı bir ülkeye ilk kez giden bir birey, çevresine ve kültüre uyum sağlayana kadar sudan çıkmış balık misali davranabilir.
- Bir toplantıda veya etkinlikte konuşulanları anlamayan, kendini dışarıda hisseden biri için de bu deyim kullanılabilir.
Deyimin Günlük Hayattaki Kullanımı
Sudan çıkmış balık, özellikle ani değişimlerle karşılaşanlar, alışık oldukları ortamdan çıkarılıp bambaşka bir ortama girenler için uygun bir benzetmedir. Deyim, şaşkınlığı ve uyumsuzluğu anlatırken empati de kurar; çünkü çoğu kişi hayatında en az bir kez bu hissi deneyimlemiştir.
Kısa Özet
“Sudan çıkmış balık” deyimi, kişinin kendini yeni ve yabancı bir çevrede huzursuz, şaşkın ve uyumsuz hissetmesini mecaz yoluyla anlatır. Hem bireysel hem de toplumsal düzlemde unutulmaz bir anlatım gücüne sahiptir.
Çoğu zaman yaş aldıkça, insan kendi geçmişine dönüp bakmadan edemiyor. Hani derler ya, “Kim takar AİHM’ni?” Aslında bu, kolektif hafızamızın da küçük bir özeti gibi. Geçmişin darağacında sallanan övgüler, bugünün sessizliğiyle yankılanıyor. Bir zamanlar Erdoğan’a methiyeler düzen, Fetullah Gülen’e sonsuz kredi açan Avrupa topluluğu değil miydi? Zaman değişti, kavramlar, isimler ve olgular yer değiştirdi. FETÖ terör örgütü olarak tanımlandıktan sonra “sudan çıkmış balık” misali şaşkın kalan yine aynı Avrupa Birliği’ydi. Hafıza, balıklarda kısa sürer derler; peki ya topluluklarda? Bugünün gerçekliğinde, geçmişe dönüp bakarken, balık hafızası kavramının sadece deniz canlılarına mı özgü olduğunu sorgulamamak elde değil. Avrupa Birliği’nin tarihsel dalgalarında, unutkanlık ve seçici hatırlama arasında gidip gelen bir ritim var gibi görünüyor.
Zamanın akışıyla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de yeni bir eşiğe geldi. Son dönemde alınan toplu ByLock kararı, Türkiye’nin insan hakları siciline ilişkin tartışmalı bir sayfayı daha araladı. ByLock uygulamasının delil kabul edilmesi ve on binlerce kişinin bu kapsamda yargılanması, uluslararası hukuk çevrelerinin de dikkatini çekmişti. AİHM’in verdiği toplu karar, Türkiye’ye bir mahkûmiyet daha getirdi mi sorusunu yeniden gündeme taşıdı.
Şimdi ne değişti? AİHM’in bu kararı, yalnızca bireysel hak ihlali iddiasıyla sınırlı kalmadı; sistematik bir değerlendirme ve toplumsal etki alanı oluşturdu. Mahkeme, ByLock’un tek başına suçun kanıtı olarak gösterilmesinin yetersizliğine vurgu yaptı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Türkiye’nin, hukuka uygun delil toplama ve değerlendirme süreçlerinde uluslararası standartlara ne kadar yaklaşabildiği bir kez daha sorgulanır oldu.
Bu gelişme, geçmişte “sudan çıkmış balık” misali şaşkın kalan Avrupa topluluğunun, şimdi meseleyi daha karmaşık ve bütüncül bir perspektiften ele aldığını gösteriyor. Unutkanlık ile seçici hafıza arasındaki o ritmin yerini, artık daha yüksek sesli ve etkili bir hukuki müzakere aldı. Türkiye için ise bu karar yalnızca bir mahkûmiyet ya da uluslararası arenada bir eleştiri değil; aynı zamanda kendi iç hukuk sistemini ve bireylerin temel haklarını gözden geçirmeye davet niteliğinde. Değişen, sadece kararın kendisi değil; aynı zamanda toplumsal hafızada açılan yeni bir sayfa ve adalet arayışının yönü oldu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ByLock Kararı: Gerekçeler ve Hukuki Temeller
AİHM’in “Demirhan ve diğerleri” davasında verdiği kararın nedenleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 7. maddelerinin önemi
AİHM Neden Karar Açıkladı?
AİHM, Türkiye’de ByLock kullandığı gerekçesiyle “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” üyeliğinden mahkûm edilen 239 kişinin başvurusunu inceledi ve bu bireylerin adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine hükmetti. Mahkemenin müdahalesinin temel nedeni, başvurucuların mahkûmiyetlerinde ByLock uygulamasının tek ve belirleyici delil olarak kullanılması; bu yaklaşımın, bireysel suçluluğun yeterince araştırılmadan otomatik olarak değerlendirilmesi anlamına gelmesidir.
AİHM, Türk yargısının ByLock kullanımını kategorik biçimde, yani otomatik olarak örgüt üyeliğinin kesin kanıtı saymasını yeterli ve adil bulmadı. Çünkü hukukun temel ilkelerine göre, bir kişinin yalnızca belirli bir uygulamayı kullanması, o kişinin suçlu kabul edilmesi için tek başına yeterli değildir. Her bireyin özel durumu, kullanma amacı ve bağlamı dikkate alınmalı; aksi halde masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.
AİHS’nin 6. ve 7. Maddeleri Neyi Düzenliyor ve Neden Önemli?
- 6. Madde – Adil Yargılanma Hakkı: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi, herkesin, hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir davada veya herhangi bir suç isnadında, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde, hakkaniyete uygun şekilde yargılanma hakkını garanti eder. Yani, suçlanan kişinin savunma yapabilmesi, delillerin nesnel değerlendirilmesi ve yargılamanın tarafsız olması gerekir.
- 7. Madde – Kanunsuz Ceza Olmaz: 7. madde ise “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesini getirir. Yani, bir fiil işlendiği sırada suç değilse, kimseye o fiilden dolayı ceza verilemez. Ayrıca cezalar, önceden belirli ve öngörülebilir hukuk kurallarına dayanmalıdır.
AİHM, bu maddelerin ihlaliyle ilgili kararında, ByLock’a ilişkin delillerin yeterince sorgulanmadan ve bireysel durumlar dikkate alınmadan mahkûmiyet gerekçesi yapılmasını temel bir sorun olarak gördü.
ByLock Kullanımının Tek Delil Kabul Edilmesinin Sorunları
Mahkemenin vurguladığı temel noktalardan biri, ByLock gibi şifreli bir mesajlaşma uygulamasının salt kullanılıyor olmasının, örgüt üyeliğinin doğrudan kanıtı sayılamayacağıdır. Dijital delillerin, özellikle de toplu ve kategorik olarak değerlendirilmesi, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması açısından ciddi riskler taşır.
AİHM, Türk mahkemelerinin “ByLock kullanan herkes suçlu” yaklaşımıyla hareket etmesini, adil yargılanma ilkesine ve masumiyet karinesine aykırı buldu. Her davada kişiye özgü değerlendirme yapılması, delillerin tartışmaya açık ve şeffaf biçimde ele alınması gerekliliğine dikkat çekildi.
“Demirhan ve Diğerleri” Davasında Kararın Gerekçesi
“Demirhan ve diğerleri” davasında, başvurucu 239 kişi, ByLock kullandıkları gerekçesiyle mahkûm edildi. Ancak AİHM, mahkumiyetlerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. ve 7. maddelerini ihlâl ettiğine hükmetti. Çünkü Türk yargısı, ByLock kullanımını tek başına suçun ispatı olarak ele aldı ve diğer olguları, bireysel savunmaları, kullanma nedenlerini göz ardı etti.
Bu karar, sadece kişisel hak ihlallerini değil; aynı zamanda Türk yargısındaki sistematik bir eksikliği ve uluslararası standartlardan sapmayı da ortaya koydu.
AİHM, bu kararla Türkiye’de terör örgütü üyeliği suçlamalarında delil değerlendirme standartlarının uluslararası hukuka uygunluğunu sorguladı. Sözleşmenin 6. ve 7. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna vardı; çünkü adil yargılanma ve kanunsuz ceza olmaz ilkeleri gözetilmeden mahkûmiyetler verilmişti. Bu da Türk yargı sistemi için hem eleştiri hem de bir reform çağrısı niteliği taşıyor.
Yalçınkaya Davası Kararına Neden Atıf Yapılmış Olabilir?
Yalçınkaya davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye’de ByLock uygulamasının delil olarak kullanılmasına ve örgüt üyeliği suçlamalarındaki yargılama standartlarına dair verdiği kritik bir karardır. Bu davaya atıf yapılmasının temel gerekçeleri aşağıda özetlenmiştir:
- Adil Yargılanma İlkesinin Vurgulanması: Yalçınkaya davası, özellikle AİHS’nin 6. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ortaya koymuştur. Mahkeme, ByLock kullanımının tek başına suçluluğa kanıt sayılmasının kişiye özel, tarafsız ve şeffaf bir yargılama yapılmadığını gösterdiğini belirtmiştir.
- “Kanunsuz Ceza Olmaz” Prensibinin İhlali: AİHM, 7. maddeye atıf yaparak, ByLock kullanımı gibi teknik delillerin kanunun öngördüğü açık kriterlere dayanmadan suçun tek unsuru olarak kabul edilmesinin, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğunu vurgulamıştır.
- Delil Değerlendirme Standartları: Yalçınkaya kararında, dijital delillerin topluca ve ayrıntılı bireysel inceleme yapılmaksızın hükme esas alınmasının, hem masumiyet karinesine hem de savunma hakkına zarar verdiği ifade edilmiştir.
- Sistematik Sorunların Altını Çizme: Yalçınkaya davasına yapılan atıf, yalnızca başvuranın hak ihlali yaşadığını değil, aynı zamanda Türkiye’deki yargılamalarda yapısal ve yaygın bir sorunun bulunduğunu göstermek amacıyla yapılmış olabilir.
- Uluslararası Standartlara Göre Yargılama Zorunluluğu: AİHM, kararında, terör örgütü üyeliği gibi ciddi suçlamalarda bile, mutlak bireysel değerlendirme ve adil yargılanma standartlarının gözetilmesi gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Bu nedenle Yalçınkaya kararı, benzer davalarda referans noktası olarak kullanılmaktadır.
Sonuç olarak, Yalçınkaya davası kararı, ByLock kullanımının tek başına suçluluğa delil olarak kabul edilmesinin ve bu temelde yapılan mahkûmiyetlerin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel güvencelerine aykırı olduğunu ortaya koymak için güçlü bir dayanak teşkil etmektedir. Bu nedenle, hem bireysel hak ihlallerini hem de yargı sistemindeki yapısal sorunları vurgulama amacıyla ilgili karara sıkça atıf yapılmaktadır.
AİHM'nin Yalçınkaya Kararına Atıf Gerekçeleri ve ByLock Uygulamasına Yaklaşımı
239 Başvurunun Ortak Sorunu ve Avrupa İnsan Hakları Standartları
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 239 kişinin başvurusuyla ilgili verdiği kararda, bu başvuruların Yüksel Yalçınkaya davası gibi binlerce benzer dosyayla birlikte sistematik bir sorunun göstergesi olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme’nin Eylül 2023’te verdiği Yalçınkaya kararına atıfta bulunmasının iki temel sebebi bulunmaktadır:
- Sistematik Bir Sorunun Varlığını Göstermek: Mahkeme, 239 kişinin başvurusunun sadece bireysel hak ihlaliyle sınırlı olmadığını, Türkiye’de terör örgütü üyeliği davalarında yaygın ve yapısal bir sorunun bulunduğunu vurgulamak istemiştir. Binlerce kişinin benzer gerekçelerle AİHM’e başvurmuş olması, sorunun münferit değil, genel ve sistematik olduğunu göstermektedir.
- Yalçınkaya Kararının Emsal Niteliği: Yüksel Yalçınkaya davası, ByLock uygulamasının delil olarak kullanılmasının AİHS’nin 6. (adil yargılanma hakkı) ve 7. (kanunsuz ceza olmaz ilkesi) maddelerine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme, bu davadaki ilkelerin ve tespitlerin, aynı veya benzer durumdaki diğer başvurucular için de geçerli olduğunu belirtmek adına Yalçınkaya kararına atıfta bulunmaktadır.
Kararda, Türk mahkemelerinin ByLock adlı şifreli mesajlaşma uygulamasının kullanımına yönelik yaklaşımı eleştirilmiş ve şu gerekçeler öne çıkmıştır:
- Kategorik Yaklaşımın Eleştirisi: Türk mahkemeleri, ByLock kullanıcısı olan herkesi neredeyse otomatik biçimde silahlı terör örgütü üyesi saymakta, yani bireysel değerlendirme ve somut delil incelemesi yapmaksızın mahkûmiyet kararı verebilmektedir. Bu durum, suçun unsurlarının açık, öngörülebilir ve kişiye göre değerlendirilmesi ilkesini zedelemektedir.
- Keyfi Yargılama ve Korunma Hakkının İhlali: Yalçınkaya kararında belirtildiği şekliyle, salt ByLock kullanımı, kişilerin keyfi kovuşturma, mahkûmiyet ve cezalandırmaya karşı etkin bir şekilde korunmasını engellemektedir. Çünkü teknik bir veri olan uygulama kullanımı, bağlamından koparıldığında tek başına suçun kanıtı olamaz ve bu kişiye özgü bir hukuk güvenliği sağlamaz.
- Adil Yargılanma Hakkı (AİHS 6. Madde): Kategorik olarak, ByLock kullanan herkesin mahkûm edilmesi, tarafsız ve şeffaf bir yargılamanın gerçekleşmediğini, savunma hakkının ve masumiyet karinesinin zedelendiğini ortaya koymaktadır. Mahkeme, adil yargılanma hakkının sağlanması için somut ve bireysel delil değerlendirmesinin zorunlu olduğunu özellikle vurgulamaktadır.
Sonuç olarak, AİHM, ByLock uygulamasının tek başına örgüt üyeliği suçlaması için yeterli delil olarak kabul edilmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 7. maddeleriyle güvence altına alınan adil yargılanma ve kanunsuz ceza olmaz ilkelerini ihlal ettiğine karar vermiştir. Bu sebeple, 239 kişinin başvurusu gibi binlerce dosyada Yalçınkaya kararına atıf yapılmasının nedeni; hem bireysel hak ihlallerinin hem de Türk yargı sistemindeki yapısal sorunların altını çizmek ve uluslararası standartlara uyum çağrısı yapmaktır.
"Sistemsel Sorun"
Toplu Hak İhlallerinde AİHM'nin Yaklaşımı
Sistemsel Sorun Vurgusunun Önemi
Bir davada “sistemsel sorun” vurgusu, başvurunun yalnızca bireysel bir hak ihlaliyle sınırlı kalmadığını, kökeni daha geniş bir hukuki veya yapısal probleme dayandığını gösterir. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde bu vurgu şu nedenlerle büyük önem taşır:
- Yaygın ve Tekrarlanan İhlallerin Tespiti: Sistemsel bir sorunun varlığı, aynı veya benzer hak ihlallerinin çok sayıda kişiyi etkilediğini ve münferit (tekil) bir yanlışlıktan değil, uygulamada veya yasada köklü bir problemden kaynaklandığını gösterir. Bu da, bir ülkenin yargı sisteminde, mevzuatında veya uygulamalarında sistematik bir hata olduğunu ortaya koyar.
- Yapısal Reformlara Yönlendirme: Mahkeme, sistemsel bir sorunu tespit ettiğinde, yalnızca mağdurun hakkının iadesiyle yetinmez; devletin daha geniş kapsamlı, köklü bir değişiklik yapması gerektiğine işaret eder. Böylece, benzer ihlallerin tekrarını önlemek için hukuk sisteminde reform ihtiyacını vurgular.
- Uluslararası Standartlara Uyum Çağrısı: Sistemsel ihlaller, ulusal yargı veya idarede uluslararası insan hakları standartlarına uyumsuzluğu gösterir. Mahkeme’nin vurgusu sayesinde, devletlere uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeleri için baskı oluşur.
- Emsal Etkisi ve Kolektif Koruma: Sistemsel sorun tespiti, mağdur sayısı çok olan dosyalarda tek tek başvurulara gerek bırakmadan, benzer durumda olan herkes için kolektif bir koruma sağlar. Bu, adaletin daha hızlı ve etkin işlemesi açısından önemlidir.
- Türkiye Örneğinde ByLock ve Adil Yargılanma: 239 başvuruya konu olan davalarda, mahkemelerin ByLock uygulamasını delil olarak kategorik şekilde ele alması, kişisel değerlendirme yapmadan yüzlerce kişiyi mahkûm etmesi, sistemsel bir yargı pratiğinin göstergesidir. Bu durum, adil yargılanma hakkı ile kanunsuz ceza olmaz ilkesinin sürekli ihlal edilmesine yol açmaktadır.
Sistemsel sorun vurgusu, AİHM’nin sadece bir bireyin değil, çok sayıda kişinin maruz kaldığı yaygın ve köklü bir hak ihlaline dikkat çekmesini sağlar. Bu sayede mahkemenin kararları, yalnızca başvuruculara değil, ileride benzer durumda olabilecek herkese yönelik daha etkili ve kalıcı sonuçlar doğurur. Ayrıca, ulusal sistemlerin uluslararası standartlara uygun hale gelmesine katkıda bulunur ve yapısal reformların yolunu açar.
AİHM'nin Yalçınkaya Kararı Sonrası Sistemsel Sorun ve Biriken Başvuruların Kaydedilme Gerekçesi
Çok Sayıda Başvurunun ve Ulusal Düzeyde Çözüm Gereksiniminin Vurgulanmasının Nedenleri
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Yalçınkaya kararında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. ve 7. maddelerinin (adil yargılanma hakkı ve kanunsuz ceza olmaz ilkesi) ihlaline yol açan durumun, yalnızca bireysel bir hata ya da münferit bir yanlışlık olmadığını, çok sayıda kişiyi etkileyen ve ulusal düzeyde çözüm gerektiren “sistemsel bir sorundan” kaynaklandığını tespit etmiştir.
Bu tespit, Mahkeme’nin şu nedenlerle karar metnine “benzer 5 bin başvurunun” dosyalarda birikmeye devam ettiği bilgisini eklemesine yol açmıştır:
- Sorunun Yaygınlığının Gösterilmesi: Sistemsel bir sorun tespit edildiğinde, bu sorunun yalnızca başvurucuyu değil, aynı uygulamadan etkilenen binlerce insanı ilgilendirdiği vurgulanır. ByLock uygulamasının kategorik olarak delil kabul edilmesi ve kişisel değerlendirme yapılmaksızın mahkûmiyet kararları verilmesi, çok sayıda kişinin benzer hak ihlallerine uğradığını gösterir.
- Ulusal Düzeyde Reform Gerekliliği: AİHM’nin amacının yalnızca bireysel mağduriyeti gidermek değil, sistemdeki temel aksaklıkları işaret ederek ulusal düzeyde köklü bir değişim ve reformun gerekliliğini ortaya koymaktır. Mahkeme, benzer başvuruların dosyalarda birikmeye devam ettiğini kaydederek, Türk yargı sisteminde adil yargılanma ve kanunsuz ceza olmaz ilkesinin korunmasına yönelik yapısal önlemlerin alınmasının önemini vurgulamıştır.
- Ulusal ve Uluslararası Standartlar Arasındaki Uyum: Mahkeme, yaygın başvuruların varlığına dikkat çekerek, ulusal yargı mekanizmalarının uluslararası insan hakları standartlarına uygunluğunu sağlaması gerektiğini belirtmiştir. Başvuruların birikmesi, ulusal hukukta çözülmemiş bir sorunun sürdüğüne işaret eder.
- Gelecekteki İhlallerin Önlenmesi İçin Kolektif Çözüm İhtiyacı: Mahkeme’nin, başvuruların artarak devam ettiğini kaydetmesi, benzer durumda olan kişiler için tek tek bireysel başvurularla zaman kaybedilmeden, ulusal makamların kapsamlı ve etkili bir çözüm üretmesi gerekliliğini ortaya koyar. Bu, adaletin hızlı ve etkili işlemesi açısından da önemlidir.
Sonuç olarak, Mahkeme, sistemsel sorunun çok sayıda bireyi etkilediğini ve çözümün ancak ulusal düzeyde yapılacak köklü reformlarla mümkün olacağını göstermek amacıyla, Yalçınkaya kararı sonrasında da benzer binlerce başvurunun AİHM önünde beklemeye devam ettiğini özellikle kaydetmiştir. Bu hem ihlalin yaygınlığını hem de ulusal düzeyde çözüme olan acil ihtiyacı uluslararası kamuoyu önünde görünür kılmak içindir.
Türkiye’de Yeniden Yargılama Taleplerinin Tazminata Tercih Edilmesinin Nedenleri
AİHM Kararları Sonrası Mevcut Yargı Düzeni ve Başvurucuların Tercihleri
Türkiye’de Mahkeme ve Yargılama Düzeni Üzerine Genel Bir Değerlendirme
Türkiye’de mahkemeler, Anayasa ve kanunlarla belirlenen esaslara göre kurulur ve çalışır. Yargı bağımsızlığını güvence altına almak amacıyla çeşitli ilke ve kurallar mevcuttur; ancak özellikle son yıllarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da vurgulandığı üzere, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı bakımından ciddi eleştiriler gündeme gelmiştir. Özellikle olağanüstü hal döneminde yapılan düzenlemeler ve uygulamalar, yargı süreçlerinde sistemsel sorunların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
AİHM’nin Yalçınkaya kararı da, bu sistemsel sorunların, sadece bireysel değil, çok sayıda kişiyi etkileyen yaygın ve köklü hak ihlallerine yol açtığını göstermektedir. Özellikle ByLock uygulaması gibi delillerin kategorik olarak kabul edilmesi, kişiye özel değerlendirme yapılmaksızın mahkûmiyet kararlarının verilmesi, yargı sisteminin uluslararası standartlardan uzaklaştığını ortaya koymaktadır.
Tazminat Yerine Yeniden Yargılama Talebinin Sebepleri
Başvurucuların AİHM kararları sonrasında yalnızca tazminat talep etmek yerine, asıl olarak yeniden yargılama istemelerini belirleyen birden fazla neden vardır. Bu nedenleri hem mevcut yargı ortamı hem de hak arayışının özü açısından aşağıda değerlendirebiliriz.
1. İhlalin Ortadan Kaldırılması ve Adaletin Tesis Edilmesi
- Kişisel Temizlik ve Masumiyetin Tespiti: Birçok başvurucu için, yalnızca maddi tazminat almak yeterli değildir; asıl önemli olan adlarının temize çıkarılması, haklarındaki mahkûmiyet veya idari kararların ortadan kaldırılmasıdır. Yeniden yargılama, başvurucunun masumiyetinin resmi olarak tespit edilmesi ve hukuki statüsünün düzeltilmesi imkânı sunar.
- Toplumsal ve Mesleki Sonuçlar: Ceza mahkûmiyeti veya diğer ağır idari yaptırımlar, yalnızca maddi kayıplara değil, mesleki, sosyal ve kişisel itibara da zarar verir. Bu nedenle, mağdurlar yalnızca maddi zararlarının giderilmesini değil, haklarındaki hükmün kaldırılmasını ve toplumsal itibarlarının iade edilmesini isterler.
- Hukuki Sorunun Devamı: Sistemsel bir sorun devam ettiği sürece, bireysel tazminat ödemeleri kalıcı bir çözüm ve tatmin sunmaz. Binlerce insanın benzer hak ihlallerine uğradığı bir ortamda, bireysel tazminat, sistemdeki temel aksaklıkları gidermekten uzaktır.
- Tazminatın Sembolik Değeri: Tazminat, yalnızca maddi zararın karşılanması anlamına gelir. Oysa haksız bir yargı kararı veya ceza, başvurucunun yaşamında maddi zarar dışında derin manevi ve toplumsal etkiler bırakabilir. Yeniden yargılama ise, bu derin etkilerin giderilmesi ve adaletin tesis edilmesi için gereklidir.
- Mahkemelerin Güvenilirliğine Duyulan İhtiyaç: Pek çok başvurucu, yargı sisteminin uluslararası standartlara uygun kararlar verecek şekilde yeniden yapılandırılmasını ve güvenilirliğinin artırılmasını istemektedir. Tazminat, sistemin bu yönlerinin düzeltilmesine katkı sunmazken, yeniden yargılama zorunluluğu sistemi reform etmeye teşvik eder.
- Kolektif Çözüm İhtiyacı: Çok sayıda benzer başvurunun varlığı, ulusal makamların kapsamlı, kalıcı ve kolektif bir çözüm üretmesi gerekliliğini ortaya koyar. Bireysel tazminatlar bu ihtiyacı karşılamaz; yeniden yargılama standartların yerleşmesini ve gelecekteki ihlallerin önlenmesini sağlar.
2. Sistemsel Sorunun Sürmesi ve Tazminatın Yetersizliği
3. Mevcut Yargı Ortamı ve Reform İhtiyacı
Bu Ortamda Yeniden Yargılama Talebinin Sebepleri Nelerdir?
Mevcut yargı ortamında yeniden yargılama taleplerinin öne çıkmasının temel sebepleri şunlardır:
- Yargı kararlarının objektif, şeffaf ve uluslararası insan hakları standartlarına uygun şekilde verilmesi arzusu.
- Bireysel mağduriyetlerin kalıcı şekilde ortadan kaldırılması ve toplumsal barışın sağlanması.
- Geçmişte yapılan hataların ve ihlallerin düzeltilebilmesi için sistemin kendi kendini onarma kapasitesinin geliştirilmesi.
- Adalet mekanizmasının hem mevcut mağdurlara hem de potansiyel olarak benzer durumlara düşebilecek herkese güven vermesi gerekliliği.
AİHM’nin sistemsel sorun tespiti ve benzer binlerce başvurunun varlığı, Türkiye’den yapılan başvurularda yalnızca tazminatın yeterli görülmediğini, esasen yeniden yargılama ve adaletin tecellisi için etkin ve köklü reformların beklenildiğini göstermektedir. Mevcut ortamda, adaletin yalnızca maddi kayıpların giderilmesiyle değil, hak ihlaline uğrayan bireylerin itibarlarının ve haklarının iadesiyle sağlanacağına inanan başvurucular, bu nedenle yeniden yargılama istemektedir. Bu yaklaşım, yalnızca bireysel mağduriyetleri değil, aynı zamanda sistemin genel işleyişini düzeltme ve toplumsal güveni yeniden tesis etme amaçlarının bir yansımasıdır.
AİHM'nin 2019-2023 Yılları Arasında Başvuran 239 Kişiye Dair Kararında Tazminat Yerine Yeniden Yargılama Yolunun Vurgulanmasının Sebepleri
Adil Tazmin Yerine Etkin ve Kalıcı Çözüm Arayışı
AİHM'nin 2019 ile 2023 yılları arasında başvuran 239 kişiyle ilgili kararında tazminata hükmedilmemesinin ve yeniden yargılama yoluna işaret edilmesinin temelinde, adaletin daha derin ve kalıcı biçimde tesisi amacı yatmaktadır. Karar metninde, Mahkeme’nin ihlâl tespitinin, başvurucuların uğradığı zararlar için başlı başına yeterli adil tazmin teşkil ettiği belirtilmiş; buna ek olarak Türk yasalarına göre başvurucuların iç hukuk sürecini yeniden başlatma imkânına sahip olduğu ve bunun prensipte en uygun telafi şekli olacağı değerlendirilmiştir.
Niye ve Neden Yeniden Yargılama?
- Sistemsel Reform ve Standartların Yerleşmesi: Mahkeme, sistematik sorunların veya çok sayıda benzer başvurunun bulunduğu durumlarda, yalnızca maddi tazminatın adaletin tam olarak sağlanmasında yetersiz kalacağını vurgulamıştır. Tazminat, geçmişe dönük zararları telafi etse de, benzer ihlallerin önlenmesi ve toplumun adalet algısının güçlendirilmesi için sistemde köklü bir değişim gerekmektedir. Bu nedenle yeniden yargılama, hem mağdurların itibarının iadesi hem de yargı sisteminin güvenilirliğinin artırılması için seçilmiştir.
- Bireysel Mağduriyetin Kalıcı Olarak Giderilmesi: AİHM, başvurucuların uğradığı hak ihlallerinin telafisi için en etkili yolun, yeniden yargılama ile bireysel durumların tekrar incelenmesi olduğunu belirtmiştir. Bu yaklaşım, yalnızca maddi zararların değil, itibar ve hak kayıplarının da iadesini sağlar.
- Ulusal Hukuka Etkin Katılım ve Kendi Kendini Düzeltme: Kararda, Türk yasalarının başvuruculara iç hukuk sürecini yeniden başlatma olanağı sunduğu ve bunun, doğrudan ihlale yol açan kararları ortadan kaldıracak en uygun yol olduğu belirtilmiştir. Bu yöntem, ihlalin kaynağında çözülmesi ve iç hukuk mekanizmasının etkinliğinin artırılması açısından önem taşır.
- Objektif ve Şeffaf Yargılama Hedefi: Yeniden yargılama, uluslararası insan hakları standartlarına uygun, objektif ve şeffaf bir süreçte hükmün gözden geçirilmesini mümkün kılar.
- Toplumsal Güven ve Hukukun Üstünlüğü: Bu süreç, yalnızca mağdurları değil, toplumu da etkileyen bir güven ortamı yaratır ve hukukun üstünlüğü ilkesine işlerlik kazandırır.
- Gelecekteki İhlallerin Önlenmesi: Yeniden yargılama, geçmişteki hataların yalnızca telafisiyle kalmaz; aynı zamanda sistemin kendini düzeltmesini sağlayarak, benzer ihlallerin tekrar yaşanmasının önüne geçer.
Niçin En Uygun Telafi Şekli?
Sonuç olarak, AİHM kararında tazminat yerine yeniden yargılamanın vurgulanması, adaletin kişisel ve toplumsal boyutlarda daha etkin ve kalıcı biçimde sağlanmasını amaçlayan, sistemsel bir yaklaşımın ürünüdür. Mahkeme, ihlalin kaynağına inerek, ulusal hukukta etkin bir çözümün uygulanmasını ve mağdurların haklarının gerçek anlamda iadesini hedeflemiştir.
Balık Hafızasının Gölgesinde Kararları ve Haberleri Değerlendirmek
Geçmişten Geleceğe: Yüzeyin Altındaki Dinamikler
Makalenin başında “balık hafızası” deyimiyle yola çıkmıştık; şimdi, bu metaforu sürdürecek olursak, toplumsal hafızamızın bazen ne kadar kısa olabildiğini ve güncel gelişmelere ne kadar hızlı adapte olup eski deneyimleri çabucak unuttuğumuzu tekrar gözlemliyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) son yıllarda verdiği kararlar, özellikle de tazminattan ziyade yeniden yargılama yolunu teşvik eden yaklaşımı, mevcut ortamda ilk bakışta rasyonel ve mantıklı görünebilir. Mahkeme’nin amacı, sadece bireysel mağduriyetleri gidermek değil, aynı zamanda sistemde köklü ve kalıcı reformların önünü açmak olarak öne çıkıyor.
Ancak burada “balık hafızası” kavramını yeniden hatırlamamız gerekiyor. Çünkü bir karar ya da uygulama, mevcut zaman diliminde makul, hatta ideal görünebilirken, ilerleyen dönemlerde bambaşka bir içerik ve bağlama taşınabilir. Bugün için adaletin tesisi adına doğru gibi görünen bir yöntem, yarın benzer ya da çok daha karmaşık sorunların çözümünde standart hâline gelirse, o zaman işin rengi değişebilir.
Geleceğe Dair Tedirginlikler ve Sinyaller
Kararların, belli bir dönemin koşullarına göre alınması doğaldır; ancak özellikle PKK Narko-Terör örgütü gibi Türkiye’nin güvenliğini ve toplumsal barışını tehdit eden organizasyonlarla ilgili konularda, aynı “yeniden yargılama” veya benzeri telafi yöntemlerinin gündeme gelmesi ihtimali, toplumsal hafızamızda soru işaretlerine neden oluyor. Bu noktada, bugünkü kararların sadece bugüne dair olmadığını, yarının meseleleri için de bir zemin oluşturabileceğini gözden kaçırmamak gerekir.
Dolayısıyla, AİHM gibi uluslararası kurumların verdiği kararlar sadece bireysel mağduriyetlerin telafisiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumsal ve siyasal yapı üzerinde katmanlı etkiler bırakır. Özellikle sistemik sorunlar söz konusu olduğunda, alınan kararlar gelecekte benzer konularda örnek teşkil edebilir. PKK Narko-Terör örgütüyle ilgili olası başvurularda da aynı yaklaşımın uygulanması, bugünkü kararların yalnızca dönemsel mi yoksa daha geniş kapsamlı ve kalıcı bir dönüşümün habercisi mi olduğu sorusunu gündeme getiriyor.
Yüzeyin Altındaki Dinamikler ve “Normal”in Sorgulanması
Buradaki esas mesele, yüzeyde “normal” ve makul görünen her olgunun, aslında başka bir dinamiğin tezahürü olup olmadığını sorgulamak. Özellikle hukuksal ve siyasal gelişmelerde, kararların ardında yatan motivasyonları, çıkar dengelerini ve uzun vadeli stratejileri gözden kaçırmak, toplumsal hafızamızın zaaflarından biri olabilir. Her haberi, her kararı yalnızca görünen yüzüyle değerlendirmek, derinlikli bir analizden uzaklaşmamıza yol açabilir.
Elbette, bütün haberleri ve gelişmeleri sürekli bir şüphecilik filtresinden geçirmek sağlıklı bir yaklaşım olmayabilir. Ancak, toplumsal hafızanın zayıflığı ve geçmişteki örneklerin unutulması, kararların gelecekteki etkilerini görmezden gelmemize neden olabilir. Bu nedenle, “balık hafızası”na kapılmadan, her olgunun ardında yatan tarihsel ve yapısal dinamikleri incelemek, sağlıklı bir toplumsal muhakemenin temelidir.
Sonuç: Hafızayı Canlı Tutmak ve Derinlemesine Analiz
Sonuç olarak, AİHM’nin kararlarının bugünkü ortamda mantıklı görünmesi, onların her zaman ve her durumda doğru ya da yeterli olduğu anlamına gelmez. Özellikle toplumsal hafızanın zayıf olduğu dönemlerde, alınan kararların gelecekte nasıl bir etki doğurabileceğini, benzer olguların aynı süreçlerden geçip geçmeyeceğini sorgulamak bir zorunluluktur. Her haber ve her gelişmeyi, sadece yüzeydeki görüntüsüyle değil, ardındaki potansiyel etkiler, motivasyonlar ve toplumsal dinamiklerle birlikte değerlendirmek, toplumsal sağduyunun ve hukukun üstünlüğüne olan inancın gereğidir. Balık hafızasından uzak durup, hafızamızı canlı ve eleştirel tutmak; “normal” görülenin ötesine bakabilmek, hem bugünün hem de yarının adaleti için şarttır.
Saygılar…
Cessur Demirali Gürsu…