Askeri Eğitim, Hazırlık ve Kurumsal Sorumluluk Üzerine Bir Değerlendirme
Zorlu Zamanlarda Sorgulamanın Önemi
İçinde bulunduğumuz çağ, hem teknolojik gelişmelerin hem de jeopolitik risklerin keskinleştiği, barış ve güvenliğin her zamankinden daha kırılgan hale geldiği bir dönemdir. Böylesine karmaşık bir dünyada, İskenderun’da iki askerimizin sıvı kaybı nedeniyle hayatını kaybetmesi, toplum vicdanında derin bir yankı uyandırmaktadır. Bu acı olay, savunma sistemimizdeki bazı temel soruları ve eksikleri gözler önüne sermektedir.
Sıvı Kaybı ve Eğitim Eksikliği
Askerlik hizmeti, yalnızca silahlı çatışmalarla değil, aynı zamanda zorlu çevresel koşullarla da başa çıkmayı gerektirir. Askerlerin yaşamsal ihtiyaçlarının gözetilmesi, temel eğitimlerinin bu tür riskleri kapsayacak şekilde verilmesi elzemdir. Sıvı kaybı gibi önlenebilir sağlık sorunlarının ölümle sonuçlanması, askeri eğitim ve saha sağlık hizmetlerinde güncellenmesi gereken noktalar olduğunu göstermektedir.
- Çevresel risklere karşı hazırlık: Tüm askeri personelin yüksek sıcaklık, susuzluk ve diğer çevresel tehditlere nasıl müdahale edeceği konusunda eğitilmesi hayati önem taşır.
- Sürekli eğitim ve denetim: Eğitimlerin güncellenmesi, modern askeri tıp uygulamalarının sahada uygulanması, muhtemel kayıpların önüne geçebilir.
Küresel Tehditler ve Hazırlık Düzeyi
Dünya genelinde askeri eğitim, teknolojik gelişmeler ve yeni tehdit tiplerine göre sürekli yenilenmekte. Olası bir küresel çatışmada, savunma stratejilerimizin çağdaş standartlara uygun olup olmadığı, tartışılması gereken önemli bir noktadır. Küresel askeri birlikler modern taktikler, ekipman ve disiplinle donatılırken, bizim de kendi kurumlarımızın eğitim ve donanım politikalarını gözden geçirmemiz gerekiyor.
Stratejik Savunmanın Önemi
Savunma stratejisinin yalnızca silah gücüne değil, aynı zamanda disiplin, eğitim, sağlık standartları ve liderlik vasıflarına dayandığı unutulmamalıdır. Komuta kademesinin sorumluluğu, teknolojik çağda genç bireyleri en iyi şekilde hazırlamak, onlara hayatlarını korumayı ve başkalarının yaşamını güvenceye alacak bilgileri aktarmaktır.
Kurumsal Sorumluluk ve Liderlik
Askeri kurumların başına atanacak kişilerin liyakat esasına göre seçilmesi, toplumsal güvenin temel direklerinden biridir. Komuta kademelerinde bulunacak yöneticilerin alanında uzman, deneyimli ve eğitimli olması, alınacak kararların etkinliği ve güvenliği açısından hayati önem taşır. Askeri kurumların yönetimi herhangi bir siyasi, dini veya başka bir etkenden bağımsız olarak, sadece mesleki yeterlilik ve etik değerler temelinde yapılmalıdır.
- Askeri sağlık sisteminin güçlendirilmesi: Askeri hastanelerde çalışan personelin, savaş ve kriz ortamlarında hızlı ve etkili müdahaleler yapabilecek bilgi ve donanıma sahip olması gerekmektedir.
- Eğitimde süreklilik: Sahada yaşanabilecek travma ve acil durumlara karşı askerlere ve sağlık personeline pratik uygulamalarla eğitimler verilmelidir.
Sorgulamanın Gerekliliği
Bir ülkenin savunma gücü, yalnızca sahip olduğu askeri teknolojiden ibaret değildir. En önemli unsur, kurumsal şeffaflık ve sürekli sorgulama kültürüdür. Geleceğe güvenle bakabilmek için, mevcut eksiklikleri saptamak ve çözüm üretmek zorundayız. Sorgulama, toplumsal bilincin gelişmesini ve sorunların görünür olmasını sağlar.
Bu bağlamda, askeri kurumlarımızın eğitimden sağlık hizmetlerine, lider seçiminden stratejik planlamaya kadar her alanda çağdaş bir anlayışla yönetilmesi; genç bireylerin yaşamlarının korunması ve ülkenin savunmasının güçlendirilmesi için öncelikli bir gerekliliktir. İçinde bulunduğumuz küresel ortamda, kendini sürekli yenileyen bir eğitim ve yönetim anlayışı, ülkemizin gelecekte karşılaşabileceği risklere karşı en büyük güvencemiz olacaktır.
Askeri Kurumların Liyakati ve Toplumsal Sorgulama Kültürü Üzerine
Geleceğe Güvenle Bakabilmek İçin Eleştirel Bir Bakış
Evet, içimiz gerçekten acıyor. Bugünün koşullarında, komuta kademesindeki kişilerin bile mesai saatlerinde veya hassas görevlerde mobil telefonlara fazlaca yönelmesi, disiplin ve odaklanma açısından zafiyetler yaratıyor. Oysa ki savunma sisteminin temelinde dikkat, sorumluluk ve sürekli farkındalık yatmaktadır. Karakollarda ve kritik görev noktalarında teknolojinin yanlış kullanımı, sadece askeri disipline zarar vermekle kalmaz; aynı zamanda örnek teşkil eden liderlik profillerinin de zayıflamasına yol açar.
Daha vahimi, komutan yetiştiren kurumların başına alanında uzman olmayan, liyakatten uzak veya sadece kayırmacılık ve torpil sayesinde atanmış kişilerin getirilmesi, bu kurumların asli misyonunu sorgulanır hale getirir. Askeri liderlik, yalnızca rütbe ya da makam ile değil, bilgi, vizyon ve etik değerlerle inşa edilir. Oysa çoğu zaman bu değerlerin yerine tanıdıklık ilişkileri, siyasi ve ideolojik eğilimler veya başka şahsi çıkarlar ön plana çıkabiliyor.
Askeri hastanelerin yönetiminde de benzer bir tablo ile karşılaşmak, sağlık ve insan hayatı açısından çok ciddi riskler doğuruyor. Tıbbi liderlik, din veya başka bir ideolojiye değil, bilimsel bilgi ve pratik deneyime dayanmalıdır. Sahada travma eğitimi almayan, askeri krizlerde soğukkanlılıkla hareket edemeyen, yeterli tıbbi donanıma sahip olmayan kadroların, gençlerin yaşamını koruması beklenemez. Kurumların başına getirilen kişilerin tek görevi kurumun çıkarını veya belirli bir grubun değerlerini korumak değil; ülkenin güvenliğini, askerlerin ve sivillerin sağlığını garanti altına almaktır.
Toplumsal olarak ise, görünürdeki tehditlere karşı mücadele ederken, kontrolsüzce yükselen politik kutuplaşmanın ve görünmeyen, daha derin yapısal sorunların üzerine gitmemek, bizi daha büyük risklerle baş başa bırakır. Toplumun bir kesimi "katiller meclise gelsin mi" gibi tartışmalarla oyalanırken, asıl olarak kurumların içine işlemiş liyakat eksikliği, şeffaflık yoksunluğu ve etik zafiyet, ülkenin gerçek savunma kapasitesini aşındırıyor. Görülen terör unsurlarını tartışırken, kurumları yavaşça erozyona uğratan, atama ve yönetim süreçlerinde etkili olan gizli çıkar gruplarını, siyaset yapan görünmez yapılardan kaynaklı tehlikeleri görmezden gelmek, büyük bir hata olur.
Çözüm Ne Olmalı?
- Askeri ve sağlık kurumlarının başına yalnızca alanında uzman ve liyakatli kişiler getirilmelidir.
- Kurumlarda denetim, şeffaflık ve sürekli sorgulama kültürü esas olmalıdır.
- Teknolojinin yanlış kullanımına karşı disiplin ve sorumluluk anlayışı güçlendirilmelidir.
- Askeri sağlık personelinin travma ve savaş ortamlarına özel eğitimden geçirilmesi zorunlu hâle getirilmelidir.
- Siyasi, dini veya başka bir ideolojinin kurumsal yönetimde etkili olması kesinlikle engellenmelidir.
Sonuç olarak, yalnızca dış tehditlerle değil, iç yapılanmalardaki bozulma ve liyakat eksikliğiyle de yüzleşmek zorundayız. Savunma sistemimizin, gençlerin ve toplumumuzun geleceği ancak bu şekilde güvence altına alınabilir. Sorgulayan, şeffaf, liyakat temelli, etik değerlere bağlı ve çağdaş bir yönetim anlayışı, ülkemizi yarına daha güçlü taşıyacaktır.
İçimizdeki acıyı daha da derinleştiren ise, terörle mücadelenin yalnızca sahadaki silahlı unsurlara karşı değil, meclis çatısı altındaki yapılar ve görünmeyen siyasi oluşumlara karşı da verilmesi gerektiği gerçeğidir. Gerçekten de, terörün sadece şiddet ve eylemle sınırlı olmadığını; sistemin içine sızmış, yasaların arkasına saklanmış, siyasetle güç devşiren unsurların, görünenden çok daha tehlikeli olabileceğini sorgulamadan geçmemeliyiz. Toplumun, “Asıl terörist kim?” sorusunu soracak cesarete sahip olması gerekir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakat ilkelerini aşındıran her yapı, ister sahada ister mecliste veya başka bir görünmez ağda olsun, ülkenin güvenlik duvarlarını sessizce çökertir. Asıl tehdidin, sadece dışarıdan değil, içerideki işleyişin bozulmasından da kaynaklandığını görmek, geleceğimizi korumanın en önemli anahtarıdır.
Görünmez Tehlikelerin ve Çok Yönlü Tehditlerin Temsili
Beş başlı yılan, birçok kültür ve edebi anlatıda çok katmanlı, karmaşık ve çok yönlü tehditlerin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Yalnızca bir tek başı değil, birbirinden farklı beş başı olması; tehlikenin tek bir kaynaktan ya da tek bir boyuttan gelmediğinin, aksine birçok farklı noktadan, çeşitli biçimlerde karşımıza çıkabileceğinin simgesidir.
Yılan, geleneksel olarak hem uyarı hem de tehlike, bazen de şifa ve bilgelik sembolü olarak kullanılmıştır. Ancak beş başlı olduğunda bu metafor daha karmaşık bir hâl alır: Her bir baş, başka bir sorunu, görünmez bir aktörü, iç içe geçmiş yapısal zayıflıkları ya da toplumu tehdit eden farklı unsurları temsil eder. Bu başlar kimi zaman bozulmuş bürokrasiyi, kimi zaman etik değerlerin aşınmasını, kimi zaman çıkar gruplarının etkisini, kimi zaman liyakatsizliği, kimi zaman da açıkça görünen dış tehditleri betimler. Hepsi birlikte, sistemi yıpratan, ilerlemesini engelleyen çok yönlü bir tehlikeye işaret eder.
Beş başlı yılanın en çarpıcı özelliği ise, tehlikenin yalnızca açıkça görünen başlarda değil, gölgelerde saklanan başlarda da olmasıdır. Biriyle mücadele edilirken, diğerleri sessizce zarar vermeye devam eder. Bu metafor, toplumun ya da kurumların karşı karşıya olduğu sorunların katmanlı yapısını, mücadele edilmesi gereken tehditlerin sadece dışarıda değil, içeride de olabileceğini güçlü bir biçimde anlatır.
Sonuç olarak, beş başlı yılan, çözülmesi zaman ve dikkat isteyen, birbirine bağlı, çok boyutlu tehditlerin ve iç içe geçmiş sorunların metaforudur. Bu yılanla baş etmek için, yalnızca görünen başa odaklanmak yeterli değildir; tüm başları görebilen, bütüncül ve cesaretli bir yaklaşım gereklidir.
Kuyruğu kesilen yılan, çoğu zaman yaşamaya devam eder; ancak bu, yılanın artık eskisi gibi olacağı anlamına gelmez. Kuyruk, birçok yılan için hayati organlardan biri değildir; bazı türler savunma mekanizması olarak bile kuyruklarını bırakabilir. Fakat bu durum, yılanın bütünlüğünü kaybetmesi ve hareket kabiliyetinin azalması anlamına gelir. Metaforik anlamda ise, bir sistemde yalnızca uçta görülen sorunları ortadan kaldırmak, derindeki asıl tehditleri yok etmeye yetmez. Yılanın başları yerinde durdukça, tehlike de varlığını sürdürür. Yani, yüzeydeki küçük değişiklikler, köklü ve kalıcı bir çözüm sunmaz; asıl yapılması gereken, yapısal bütünlüğü sağlayacak derin ve kapsamlı adımlar atmaktır.
Peki, beş başlı yılanı gerçekten yok etmenin yolları nelerdir? Öncelikle, tehditlerin kaynağını doğru tespit etmek, yalnızca görünen başlara değil, gölgede saklanan başlara da aynı dikkati göstermek gerekir. Her bir başı ayrı ayrı analiz etmek, sistemin içindeki zayıf halkaları ve arka planda işleyen görünmez ağları ortaya çıkarmak önemlidir. Kökten ve sürdürülebilir bir çözüm için yalnızca semptomlarla değil, asıl sorunla yüzleşmek ve yapısal reformlar gerçekleştirmek şarttır.
Bu süreçte şeffaflık, denetim ve hesap verebilirlik vazgeçilmez ilkeler olmalıdır. Liyakatli kadrolarla, bilimsel yaklaşım ve tarafsız denetim mekanizmalarıyla, toplumsal bilinç ve ortak sorumluluk duygusu güçlendirilmelidir. Kurumların kendi içindeki özeleştiriyi teşvik eden, etik değerleri ve bütünlüğü ön planda tutan bir yönetim anlayışı yılanın başlarını zayıflatır ve etkisiz kılar.
Ayrıca, toplumun farklı katmanlarının iş birliğiyle, duvarların ardında kalan tehditleri gün yüzüne çıkartacak bir bilinçlenme sağlanmalıdır. Gerçek çözüm, yüzeydeki aksaklıkları gidermekten değil, bütün başları görebilen ve her birine yönelik etkin stratejiler geliştirebilen kararlı, bütüncül bir değişim iradesinden geçer.
“Yılanın başını ezmek” metaforu, köklü ve tehlikeli bir sorunun ya da tehdidin ancak kaynağına inerek, asıl güç odağını etkisiz hale getirerek ortadan kaldırılabileceğini vurgular. Yüzeyde görülen semptomlarla ya da sorunun küçük parçalarıyla uğraşmak, tehlikeyi tamamen yok etmeye yetmez; çünkü yılan, yani tehdit, başı sağlam kaldıkça yeniden can bulabilir, eski gücüne kavuşabilir. Bu metafor, özellikle toplumsal ya da kurumsal yapılarda köklü değişim ihtiyacına işaret eder: İşleyişi bozan, sistemi içeriden çürüten ana unsurlar dikkatle belirlenmeli ve kararlı bir şekilde etkisizleştirilmelidir. Ancak bu şekilde, geçici çözümlerle oyalanmadan, yapısal ve kalıcı bir iyileşme sağlanabilir. Yılanın başını ezmek, cesaret, bütüncül bakış ve kararlılık gerektirir; sorunların kaynağına inmeden yapılan her müdahale, yılanın bir başka yerde, bir başka biçimde yeniden ortaya çıkmasına zemin hazırlar.
Böylesine çetrefilli bir metaforda, yılan kovuğunun beş tepeli bir sarayın tam kalbine yerleştiği ve odanın halkını, yani toplumun ya da kurumun tüm katmanlarını sinsi bir biçimde yönettiği bir düzen söz konusudur. Burada yılan, yalnızca açık tehlikeleri değil, aynı zamanda görünmez ağları, entrikaları ve iç içe geçmiş çıkar ilişkilerini de temsil eder. Sarayın tepeleri, gücün ve otoritenin doruk noktalarıdır; ancak yılan kovuğu, bu gösterişli yapının tam merkezinde, en ulaşılmaz yerde kök salmıştır.
Odan halkı, yani yönetilenler, yılanın varlığını bazen sezer, bazen ise onun varlığını bile bilmeden gündelik hayatlarını sürdürürler. Fakat yılan, gölgede kalarak, görünmez iplerle sarayın nabzını tutar, karar mekanizmalarını şekillendirir ve halkın davranışlarını, umutlarını, hatta korkularını dahi yönlendirir.
Peki, böylesine sinsi bir tehdit karşısında ne yapılmalı?
Her şeyden önce, yılanın kovuğunu tespit etmek; yani sorunun merkezini, güç merkezindeki çürümeyi ve görünmez iktidarın kaynağını ortaya çıkarmak gerekir. Bunu başarmak için cesurca, derinlemesine bir sorgulama ve şeffaf bir araştırma süreci başlatılmalıdır. Yüzeyde görünen başlarla mücadele etmek, ancak geçici bir rahatlama sunar. Asıl yapılması gereken, sarayın temellerini titizlikle incelemek, yılanın sızdığı çatlakları, gizli geçitleri ve kimseye göstermediği karanlık dehlizleri aydınlatmaktır.
Bu süreçte, odan halkının sessizliği kırılmalı, katılımcı ve bilinçli bir toplumsal hareketlilik teşvik edilmelidir. Sarayın duvarları ardında dönen oyunlar, ortak aklın ve toplumsal dayanışmanın ışığında gün yüzüne çıkarılmalıdır. Güçlü bir etik zemin, liyakat ve hesap verebilirlik ilkeleriyle, yılanın beslendiği karanlık ortam giderek azalır.
Ve belki de en önemlisi, yılanı yalnızca kovuğundan çıkarmak değil, aynı zamanda sarayın yapısal bütünlüğünü yeniden inşa etmektir. Kovuğun tamamen temizlenmesi, yeni tehditlerin sızmasını önleyecek sağlam bir yönetim anlayışı ve sürekli denetim mekanizmalarıyla mümkündür. Bu, sarayın beş tepesinin de güvenliğini, odan halkının huzurunu ve geleceğe umutla bakabilmesini garanti altına alır.
Sonunda, yılan kovuğundan çıkarıldığında ve sarayın en karanlık köşeleri dahi aydınlatıldığında, yalnızca bir tehditten arınmış olmaz, aynı zamanda daha dirençli, adil ve bütüncül bir düzen kurulmuş olur.
Tüm bu yapısal ve metaforik değerlendirmelerin ardından, şimdi somut ve acı bir gerçeğe, güncel gelişmelerin gölgesinde yaşanan bir kayba odaklanmak gerek. Dün İskenderun’da hastaneye kaldırılan iki askerimizin yaşamını yitirmesi, toplumsal yapının ve yönetim anlayışının ne denli hayati olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Saraya bağlı Milli Savunma Sekreteryasından yapılan açıklamada, askerlerin "aşırı sıvı kaybına bağlı kandaki sodyum düzeyinin yol açtığı çoklu organ yetmezliği" nedeniyle hayatlarını kaybettikleri belirtildi. Bu tür trajik olaylar, yalnızca toplumsal refleks ve dayanışmanın değil, aynı zamanda liyakatli yönetim, etkin denetim ve bütüncül bir sorumluluk anlayışının önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
Aşırı sıvı kaybı, tıbbi literatürde dehidratasyon olarak bilinir ve vücut, günlük ihtiyaç duyduğu su ve elektrolitlerin kaybını yeterince karşılayamadığında ortaya çıkan ciddi bir durumdur. Özellikle sıcak havalarda ya da yoğun fiziksel efor gerektiren ortamlarda, terleme yoluyla vücuttan su ve gerekli mineraller hızla kaybolabilir. Bu kayıp, vücut sıvı dengesinin bozulmasına, kan hacminin azalmasına ve elektrolit (özellikle sodyum, potasyum gibi hayati mineraller) seviyelerinin düşmesine yol açar.
Aşırı sıvı kaybının sonuçları geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Hafif seviyede halsizlik, baş dönmesi, kas krampları ve konsantrasyon kaybı gözlenirken; ilerleyen durumlarda böbrek yetmezliği, beyin fonksiyonlarında bozulma ve çoklu organ yetmezliği gelişebilir. Kandaki sodyum düzeyinin anormal şekilde yükselmesiyle (hipernatremi) hücreler susuz kalır ve bu durum, özellikle merkezi sinir sistemi ve kas dokusu için ölümcül olabilir. Askeri alanlarda yaşanan trajedilerde olduğu gibi, hızlı ve yoğun sıvı kaybı tıbbi müdahale gecikirse hayatı tehdit eden sonuçlara sebep olabilir.
Askeri oluşumlarda, yani askerin görev yaptığı zorlu koşullarda bu tür risklerin önüne geçebilmek için çeşitli önlemler alınmalıdır:
- Düzenli eğitim ve bilinçlendirme: Personelin sıvı kaybının belirtileri, sonuçları ve önleme yolları konusunda eğitilmesi gereklidir.
- Yeterli ve planlı sıvı takviyesi: Tüm operasyon alanlarında kolay erişilebilir temiz su ve elektrolit içeren içeceklerin bulundurulması, az ama sık aralıklarla sıvı tüketiminin teşvik edilmesi önemlidir.
- Çevresel koşulların dikkate alınması: Sıcak havalarda veya yüksek nem oranında yapılan eğitim ve operasyonlarda dinlenme sürelerinin artırılması, gölgelik veya serinleme imkanlarının sağlanması gerekir.
- Sağlık taramaları ve izleme: Askerlerin sıvı kaybı ve elektrolit dengesi açısından düzenli olarak gözlemlenmesi, özellikle riskli havalarda ve faaliyetlerde sağlık personelinin hazır bulundurulması hayati önem taşır.
- Özel diyet ve beslenme programları: Yüksek riskli görevlerde tuz ve mineraller açısından dengeli beslenme programlarının uygulanması da koruyucu bir önlemdir.
Tüm bu önlemler, hem bireysel hem de kurumsal düzeyde sorumluluk ve bilinç gerektirir. Askeri disiplinin ve dayanışmanın yanında, sağlık ve güvenlik odaklı yönetim yaklaşımları, benzer trajedilerin önlenmesinde kritik rol oynar.
Evet,
İskenderun Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı'nda temel askerlik eğitiminde bulunan yedi askerin dün akşam saatlerinde rahatsızlanarak hastaneye sevk edildiği, aralarından muhafız er Hayrullah Halit Karaman ve ikmal er Semih Erdoğan'ın hayatlarını kaybettiği bildirildi.
Bu olayda dikkat çeken en önemli unsur, yedi askerin aynı anda sağlık sorunu yaşaması ve hızla hastaneye sevk edilmeleridir. Özellikle askeri hastanelerin kapatılmasından sonra, bu tür acil durumlarda sivil sağlık kuruluşlarının yeterliliği ve müdahale süreçlerinin hızı tartışma konusu olabilir. Askeri koşullarda, toplu rahatsızlanma yaşandığında müdahale zinciri ve ilk yardım uygulamalarının eksiksiz ve hızlı bir şekilde yürütülmesi beklenir; ancak askeri sağlık altyapısının değişmesi, soru işaretleri doğurabilir. Muhafız er Hayrullah Halit Karaman ve ikmal er Semih Erdoğan’ın hayatlarını kaybetmesi, sıradan bir vaka olarak değerlendirilemeyecek kadar ciddi bir tabloya işaret etmektedir. Özellikle aşırı sıvı kaybına bağlı çoklu organ yetmezliği gibi önlenebilir bir durumdan dolayı genç askerlerin yaşamını yitirmesi, sağlık ve güvenlik prosedürlerinin tekrar gözden geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
“İstim sonradan gelir” deyimi, Türkçede özellikle gündelik konuşmalarda ve yazılı anlatımlarda kullanılan, derin anlamlar taşıyan bir metafordur. Bu deyim, buharla çalışan makinelerin çalışma prensibine gönderme yapar. “İstim” kelimesi eski Türkçede ve Osmanlıcada “buhar” anlamında kullanılır. Buharlı lokomotifler ile özdeşleşen bu deyimde temel olarak, trenin hareketinin başlangıcında buharın (istimin) tam olarak oluşmaması, tren harekete geçtikten sonra buharın daha da artması ve makinenin asıl gücüne sonradan ulaşması vurgulanır.
Bu metafor, çoğunlukla bir işi başlarken yeterli hazırlık ya da motivasyonun olmayabileceği, fakat süreç ilerledikçe azmin, enerjinin veya gerekli unsurların zamanla ortaya çıkacağı anlamında kullanılır. Yani, “Başlarken eksiklikler, motivasyon ya da enerji az olabilir; fakat başlamak önemli, süreç içinde gereken güç ve canlılık zamanla oluşacaktır.” mesajı verilir.
- Bir projeye başlarken ilk aşamada ekipte heyecan az olabilir, fakat “istim sonradan gelir”, süreç içinde herkesin katkısı artar.
- Bazen yeni bir hobiye başlamakta zorlanırız ama “istim sonradan gelir”, zamanla alışır ve keyif almaya başlarız.
- Bir takım spora ilk başta isteksiz çıkabilir, ancak “istim sonradan gelir”, maç ilerledikçe performans artar.
Deyim, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal ya da kurumsal girişimlerde de kullanılır. Özellikle yeni bir uygulama, sistem veya yönetim biçimi hayata geçirilirken başlangıçta istenen sonuçlar alınamayabilir. Ancak süreç ilerledikçe, uyum sağlandıkça ve deneyim arttıkça asıl verim ve başarı elde edilir.
“İstim sonradan gelir” deyimi, “Yeter ki başla, devamı kendiliğinden gelir” inancını aşılayan, motivasyon veren, zamana ve süreçlere güven duymayı teşvik eden bir ifadedir. Türkçedeki bu deyim, hayattaki birçok durum için geçerli olan, umut ve azim temalı kültürel bir rehber niteliği taşır.
MSS'nin Açıklamasında "İstim Sonradan Gelir" Deyiminin Yeri ve Olayın Değerlendirilmesi
Milli Savunma Sekreterliği (MSS), İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı’ndaki üzücü olayda iki askerin hayatını kaybetmesine ilişkin yaptığı açıklamada, ilk otopsi raporlarının sonuçlarını kamuoyuyla tereddütsüz bir şekilde acaba paylaştı mı?. Açıklamada, Hayrullah Halit Karaman ve Semih Erdoğan’ın ölüm nedeninin, aşırı sıvı kaybına bağlı olarak kandaki sodyum düzensizliğinin yol açtığı çoklu organ yetmezliği olduğu belirtilmiştir. MSS, bu tespiti şeffaflıkla sunmak isterken sarayı da düşünmesi gerekli idi, o nedenle benzer olaylarda bazen yaşanan gecikmelerin ve hazırlıksız yakalanmanın önüne geçmek adına, hızlı ve açık iletişim kurma gerekliliğini de dolaylı şekilde vurgulamış olmaktadır.
Burada “istim sonradan gelir” deyimi, tam da bu tür kriz anlarında ilk anda tüm sorulara yanıt verilememiş olsa dahi, süreç ilerledikçe gerekli açıklamaların ve müdahalenin sağlanacağına dair bir bakış açısını yansıtmaktadır. Gerçekten de MSS, olayın hemen ardından idari tahkikat başlatıldığını da resmi açıklamasına saraya danışarak eklediği düşünülmektedir… Bu, kurumun yalnızca mevcut durumu olduğu gibi duyurmakla kalmadığını, aynı zamanda olayın perde arkası ve ihmallerin araştırılması için aktif bir sürecin başladığına Talimatla işaret ettiğini göstermelik olarak bildirmektedir….
Sonuç olarak, MSS’nin açıklamasında ilk otopsi bulgularının ve ölüm nedeninin zaman kaybetmeden paylaşılması, ardından ise “istim sonradan gelir” yaklaşımıyla idari tahkikatın başlatıldığının ilan edilmesi, kurumun hem göstermelik olarak şeffaflık hem de süreç odaklı hareket etme iradesini göstermektedir. Bu olay, krizlerde ilk adımların bazen eksik veya yetersiz kalabileceğini, ancak asıl çözümün ve ayrıntıların süreç içinde ortaya çıkacağını anlatan “istim sonradan gelir” deyiminin güncel bir örneğini oluşturmaktadır.
Alına talimatlar neticesinde yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:
"25 Temmuz 2025 tarihinde; İskenderun Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığında temel askerlik eğitiminde bulunan yedi silah arkadaşımızın; yüksek ateş şikayeti ile tedavilerine Birinci Basamak Muayene Merkezinde başlanmış, müteakiben hastaneye sevk edilmişlerdir. Ancak hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen, kahraman silah arkadaşlarımız muhafız er Hayrullah Halit Karaman ve ikmal er Semih Erdoğan kurtarılamayarak şehit olmuşlardır. İlk otopsi raporunda ölüm nedenlerinin aşırı sıvı kaybına (dehidratasyon) bağlı kandaki sodyum düzeyinin sebep olduğu çoklu organ yetmezliği olduğu tespiti yapılmıştır. Hastanede tedavileri devam eden beş silah arkadaşımızın genel sağlık durumları iyidir. Konu ile ilgili idari tahkikat başlatılmıştır."
Saydılar…
Rogg & Nok Analiz Merkezi