İBB'ye Yönelik Hedef Saptırma Operasyonu ve Olası Perde Arkası
25 Gözaltı Kararı, Gizli Gündem ve Asıl Hedefler Üzerine Bir Değerlendirme
Günümüzde gündemlerin manipüle edilmesi ve kamuoyunun dikkatinin farklı yönlere çekilmesi amacıyla gerçekleştirilen operasyonlar, toplumsal ve siyasal tartışmaların önemli bir parçası haline gelmiştir. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik yapılan ve 25 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan operasyon, bu tartışmaların merkezine yerleşmiştir. Bu tür gelişmelerde en çok sorulan sorulardan biri de, olayların görünen yüzünün ardında yatan “asıl gündem”in ne olduğudur.
Gözaltı Kararlarının Zamanlaması ve Anlamı
İBB’yle ilgili olarak alınan 25 gözaltı kararı, kamuoyunun dikkatini kısa sürede üzerine çekmiştir. Bu gibi toplu gözaltı operasyonlarının, yalnızca adli bir soruşturmanın gereği olup olmadığı, yoksa siyasi bir mesaj ya da yeni bir gündem oluşturma amacı taşıyıp taşımadığı tartışma konusudur. Özellikle yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasındaki çekişmelerin yoğun yaşandığı dönemlerde, bu tip operasyonların zamanlaması dikkat çekici bulunur.
Gizli Gündem ve Hedef Saptırmanın Olası Nedenleri
Büyük operasyonların bir kısmında, toplumun aslında başka bir meseleye odaklanmasını engellemek ya da kamuoyundaki mevcut tartışmaları ikinci plana atmak için “hedef saptırma” stratejisi uygulanabilir. Bu durumda akla gelen olası gizli gündemler şunlar olabilir:
- Ekonomik gelişmeler veya olası krizlerin üzerinin örtülmesi
- Kendi içinde karışıklık yaşayan siyasi aktörlerin dikkat dağıtma çabası
- Kamuoyunun takibinden kaçırılmak istenen kanun değişiklikleri, ihale süreçleri veya önemli atamalar
- Kritik bir ulusal ya da uluslararası gelişmeye dair algı yönetimi
Operasyonun İçeriğinde Neler Olabilir?
Gözaltı kararlarının gerekçesi, soruşturmanın detayına ve suçlamaların niteliğine göre değişebilir. Ancak bunların kamuoyuna sunuluş şekliyle, var olan bir algının pekiştirilmesi ya da yeni bir gündem yaratılması amaçlanabilir. Operasyonun içeriğinde yer alabilecek unsurlar şunlar olabilir:
- İBB çalışanlarına veya yöneticilerine yönelik iddialar (örneğin, yolsuzluk, usulsüzlük, kamu kaynaklarının yanlış kullanımı iddiaları)
- İBB'nin yürüttüğü projelere dair sorgulamalar
- Kurumlar arası çekişmelerin yargı alanına taşınması
Asıl Gündem Ne Olabilir?
Toplumun dikkatinin bu tür operasyonlara çekilmesiyle birlikte, perde arkasında başka gelişmelerin yaşanma ihtimali her zaman mevcuttur. Asıl gündem, bazen ekonomik kriz, sosyal huzursuzluk, dış politika hamleleri veya başka bir büyük değişimin arifesinde alınan kararlar olabilir. Bu nedenle, kamuoyunun medyada yer alan ana başlıkların ötesine bakması ve gündemi bir bütün olarak değerlendirmesi, olayların arka planını anlamak açısından önemlidir.
Sonuç olarak, İBB’ye yönelik gözaltı operasyonu, yalnızca yüzeyde görülen bir adli olay olmaktan ziyade, daha derin siyasi ve toplumsal dinamiklerin bir yansıması olabilir. Her büyük operasyonun arka planında, toplumun tüm dikkatini üzerine çekmekle birlikte, esasen başka gelişmelerin üzerini örtebilir veya yeni bir tartışma ortamı yaratabilir. Bu nedenle olup bitenleri tek yönlü değil, çok boyutlu bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekir.
İBB’ye yönelik operasyonlara bir yenisinin eklenmesinin, toplumsal dikkatin başka alanlardan uzaklaştırılması ve mevcut gündemin yönlendirilmesi amacı taşıyabileceği değerlendirilebilir. Özellikle önemli yasa değişikliklerinin, kritik atamaların ya da ekonomik/sosyal gelişmelerin arifesinde böylesi büyük çaplı adli süreçlerin başlatılması, kamuoyunda yeni bir tartışma zemini açar. Bu durum, esas gündemin üzerini örtmek ya da kamuoyunun ilgisini farklı bir yöne çekmek isteyen karar vericiler için sıkça başvurulan bir strateji olarak yorumlanabilir.
Aralarında İETT Genel Müdürü’nün de olduğu 22 kişinin gözaltına alınma gerekçelerine bakıldığında, kamuoyuna yansıyan bilgiler genellikle yolsuzluk, usulsüzlük, kamu kaynaklarının yanlış kullanımı gibi iddialar etrafında şekillenmektedir. Bununla birlikte, bu tür operasyonlarda çoğu zaman soruşturmanın detayları ve suçlamaların niteliği hemen paylaşılmaz; süreç, kurumlar arası çekişmelerin yargı alanına taşınması gibi daha derin bir dinamiğe de işaret edebilir. Nihayetinde, gözaltıların gerekçeleri resmi olarak açıklanana kadar kesin bir değerlendirme yapmak mümkün olmasa da, operasyonun arka planında siyasi bir hedef saptırma motivasyonunun bulunma olasılığı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
İBB’ye Yönelik Yolsuzluk Soruşturmasında Uygulanan Operasyonların Amaçları ve Kapsamı
Gözaltı Kararları, Bilgi Servisi ve Çok Şehirli Operasyonların Arkasındaki Dinamikler
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik yolsuzluk iddiasıyla başlatılan geniş kapsamlı soruşturmada, 25 kişi hakkında gözaltı kararı verilmesi ve bunlardan 22’sinin gözaltına alındığının özellikle servis edilmesi, çeşitli amaçlara ve stratejik hedeflere işaret etmektedir.
Gözaltı Kararlarının Amacı ve Kapsamı
Böylesi büyük çaplı operasyonlarda verilen gözaltı kararlarının gerekçesi, genellikle soruşturmanın derinleştirilmesi, iddialara konu olan olaylardaki tüm aktörlerin tespit edilmesi ve potansiyel delillerin tam anlamıyla toplanabilmesidir. Gözaltı kararı verilen kişi sayısının fazlalığı, hem iddiaların boyutunu hem de soruşturmanın kapsamını göstermekle birlikte, kamuoyunda ciddi bir hareketlilik ve yoğun bir tartışma ortamı yaratmayı da amaçlayabilir.
Gözaltına Alınanlar ve Bilginin Servis Edilme Nedeni
Özellikle aralarında İETT Genel Müdürü gibi üst düzey yöneticilerin de bulunduğu 22 kişinin gözaltına alındığının medyaya servis edilmesi, operasyonun ciddiyetinin ve büyüklüğünün altını çizmek içindir. Bu tür bilgiler, kamuoyunda güçlü bir algı oluşturmak, iddiaların ve operasyonun ağırlığını vurgulamak ve toplumsal dikkat odağını tamamen bu olaya yönlendirmek amacıyla öne çıkarılır. Ayrıca, soruşturmanın şeffaf yürütüldüğü ve tüm boyutlarıyla ele alındığı izlenimi vermek de hedeflenebilir.
Çok Şehirli Operasyonların Gerekçesi
İstanbul, Antalya, Çanakkale, Trabzon, Bursa ve Giresun gibi farklı şehirlerde yapılan arama ve el koyma işlemleri, iddia edilen yolsuzluk ağının veya suçlamaya konu olan ilişkilerin yalnızca İBB ile sınırlı olmadığını, başka illerde de uzantıları bulunduğunu gösterme amacı taşır. Bu tür geniş kapsamlı operasyonlarda, delil karartma veya şüpheli kişilerin kaçma ihtimalini engellemek, tüm bağlantıların ortaya çıkarılması için hızlı ve eş zamanlı müdahalelerde bulunulması gereklidir. Böylece, iddiaların ağı ve soruşturmanın kapsamı daha etkili biçimde kontrol altına alınır.
Operasyonların Arkasındaki Stratejik ve Toplumsal Dinamikler
Bu tip operasyonların, sadece adli ve idari gerekçelerle değil, aynı zamanda toplumsal algının yönetimi ve siyasi gündemin şekillendirilmesi amacıyla da hayata geçirildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Operasyonun zamanlaması, kapsamı ve kamuoyuna sunuluş şekli; dikkatleri başka alanlardan uzaklaştırmak, gündemi yönlendirmek veya belirli toplumsal kesimlerin duyarlılıklarını harekete geçirmek için de kullanılabilir.
Özetle, İBB’ye yönelik yolsuzluk operasyonu kapsamında verilen gözaltı kararları, gözaltına alınmaların medya üzerinden servis edilmesi ve çok şehirli arama/el koyma işlemleri; hem soruşturmanın tüm yönleriyle yürütüldüğünü göstermek hem de kamuoyunun ilgisini bu başlığa yönlendirmek amacıyla planlanmış bütüncül stratejilerdir. Olayların arka planını anlamak için, medyada yer alan bilgilerin ötesine bakmak; adli, siyasi ve toplumsal dinamikleri birlikte değerlendirmek gereklidir.
“Şeytan Detaylarda Saklıdır”
Görünende Gizlenen Derinlikler
“Şeytan detaylarda saklıdır” metaforu, yüzeyde basit veya açık gibi görünen bir işin, konunun ya da olayın, aslında ayrıntılarında karmaşık, zorlu veya beklenmedik unsurlar barındırdığını ifade eder. Bu deyim, çoğunlukla büyük resme bakarak tüm gerçekleri göremeyeceğimizi, asıl önemli noktaların, risklerin veya sorunların küçük ve ilk bakışta önemsiz gibi duran ayrıntılarda gizli olduğunu vurgulamak için kullanılır.
Metaforun Kökeni ve Yorumları
Bu sözün kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, İngilizce “The devil is in the details” ifadesinden Türkçeye geçmiştir. Aynı zamanda “God is in the details” (Tanrı detaylardadır) şeklinde olumlu bir karşılığı da vardır. Ancak “şeytan” ile vurgulanan, detaylarda fark edilmeyen tehlikeler, pürüzler ya da hataların süreci bozabileceğidir.
- Anlamın Özeti
- Büyük ve karmaşık işlerde, başarıya veya başarısızlığa yol açabilecek kritik unsurların genellikle detaylarda gizli olduğu anlatılır.
- Bir işin kusursuz olması için sadece ana hatlarına değil, ayrıntılarına da titizlikle dikkat edilmesi gerektiği vurgulanır.
- Yüzeyde görünenle yetinmenin yanıltıcı olabileceği, asıl gerçeklerin veya potansiyel sorunların ayrıntılarda saklanabileceği ima edilir.
- tasarım, gazetecilik Gündelik yaşantıdan iş dünyasına, hukuk, ve sanat gibi pek çok alanda “şeytanın detaylarda saklı olduğu” hatırlatılır.
Gündelik Kullanımdan Örnekler
Bir sözleşmenin küçük harflerle yazılmış maddelerinde gizli yükümlülükler olabilir; ya da bir haberin arka planında, yüzeyde görünmeyen önemli ilişkiler ve sonuçlar barınabilir. Bunları fark edebilmek için detaylara bakmak gerekir. Çünkü çoğu zaman, bütünün kaderini detaylar belirler.
Özetle, “şeytan detaylarda saklıdır” sözü, herhangi bir konuya yüzeysel değil, derinlemesine yaklaşmanın, ayrıntılara dikkat etmenin ve olası tuzakları ya da fırsatları gözden kaçırmamanın gerekliliğine işaret eden çarpıcı bir uyarıdır.
Gözaltı Operasyonlarının Medyadaki Sunumu ve Habercilikte Sorgulamanın Önemi
İETT Genel Müdürü ve İSFALT Yöneticilerinin Gözaltına Alınmasının Haberdeki İşlevi
Operasyonlara dair haberlerin sunumunda, özellikle kamuya mal olmuş ve büyük kurumların başında bulunan yöneticilerin gözaltına alınmasının öne çıkarılması, çoğu zaman haberin etki gücünü artırmaya ve kamuoyunun dikkatini çekmeye yönelik bir strateji olarak karşımıza çıkar. Bu tür bilgilerin, özellikle ilk aşamada ve hızlıca servis edilmesi, okuyucu üzerinde güçlü bir algı oluşturmakta, olayın ciddiyetini ve kapsamını vurgulamaktadır.
Yöneticilerin Gözaltına Alınmasının Medyadaki Yeri
En büyük kurumların yöneticilerinin gözaltına alınması, toplumda hem şaşkınlık hem de merak uyandırır. Bu durum, sansasyonel bir etki yaratmak için değilse bile, haberin önemini ilk bakışta ortaya koymak amacıyla öne çıkarılabilir. Nitekim, İETT Genel Müdürü İrfan Demet ve İSFALT yöneticilerinin isimlerinin özellikle vurgulanması, operasyonun sadece alt düzey çalışanlarla sınırlı kalmadığını, yapının tepe noktalarına kadar uzandığını göstermek içindir. Bu, kamuoyunun olayın kapsamı ve ciddiyeti konusunda bilgilendirilmesi amacının yanı sıra, kurumların şeffaflık ve hesap verebilirlik standartlarının sorgulanmasına da zemin hazırlar.
Sorgulama ve Habercilik Etiği
Gazeteciliğin en temel sorumluluklarından biri, sunulan bilgileri sorgulamak, olayların arka planını araştırmak ve sadece yüzeyde kalan sansasyonel başlıklarla yetinmemektir. Bir haberi sadece “en üst düzey yönetici gözaltına alındı” şeklinde sunmak, kamuoyunda gereksiz bir paniğe veya manipülasyona yol açabilir. Deneyimli gazeteciler ve platformlar; olayın nedenlerini, süreçlerini ve olası sonuçlarını irdeleyerek okuyucularını düşünmeye teşvik eder. Gözaltı bilgilerinin nasıl servis edildiği, hangi detayların öne çıkarıldığı ve nelerin arka planda bırakıldığı sürekli sorgulanmalı ve haberin bütüncül bir perspektiften ele alınması sağlanmalıdır.
Haberde Soru Sormanın ve Yanıt Aramanın Değeri
Bir haberde sorulan sorular, çoğunlukla cevabın da anahtarıdır. “Neden özellikle İETT ve İSFALT yöneticileri?” sorusu, operasyonun kapsamının, hedeflerinin ve arka planındaki ilişkilerin araştırılması gerektiğini gösterir. Burada amaç, anlık bir sansasyon yaratmaktan çok, okuyucunun kafasında soru işaretleri uyandırmak ve sürecin daha derinlikli sorgulanmasına imkan tanımaktır. Her gözaltı kararının ardında, sadece adli ve idari gerekçeler değil; toplumsal algı, kurumların itibarı ve kamuoyunun refleksleri de rol oynamaktadır.
Sonuç ve Düşündürücü Yaklaşım
Sonuç olarak, topluma sunulan haberlerin başlıklarında ve vurgularında, özellikle büyük kurumların üst düzey yöneticilerinin yer alması tesadüfi değildir. Bu, haberin gündem oluşturma gücünü artırırken, aynı zamanda habercilikte eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşımın ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyar. Dikkatli bir okur, her zaman olayların perde arkasını araştırmalı; tecrübeli gazetecilerin yolundan giderek, yanıtları doğrudan başlıklarda değil, detaylarda aramalıdır. Şeytan detaylarda saklıdır….
Nitekim, İETT’de 2020 yılından bu yana çeşitli yönetici görevlerinde bulunan İrfan Demet’in, Temmuz 2023’te Genel Müdürlük koltuğuna atanmış olması da bu sürece ayrı bir önem kazandırıyor. Demet’in yönetici olarak geçirdiği yıllar ve yakın dönemde üstlendiği Genel Müdürlük görevi, operasyonun zamanlaması ve etkisi hakkında kamuoyunda daha fazla soru işaretinin oluşmasına neden oldu.
Bu operasyonun, İBB soruşturmasında tutuklandıktan sonra etkin pişmanlıktan yararlanarak serbest kalan iş insanı Aziz İhsan Aktaş’la bağlantılı yürütülen yeni bir soruşturma kapsamında gerçekleşmesi, medyada haberin büyüklüğünü ve kamuya yansıyan tarafını daha da belirginleştiriyor olabilir. Aziz İhsan Aktaş’ın etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanarak serbest kalmasının ardından gerçekleşen bu operasyon, kamuoyuna yalnızca bireysel bir itirafın değil, yapının daha derin ve sistematik şekilde sorgulandığının işareti olarak sunulmak istenmiş olabilir. Bu tür bilgilerin özellikle vurgulanması, operasyonun yalnızca kişisel hatalarla sınırlı kalmadığı, daha geniş ağ ve ilişkiler zincirinin de mercek altına alındığı izlenimini güçlendirmektedir. Ayrıca, Aktaş’ın ifadesiyle bağlantılı yeni gelişmelerin kamuoyuna yansıtılması, olayların ciddiyetini ve soruşturmanın kapsamını gözler önüne sererek, medyada olayın neden ve hangi ortamda gerçekleştiği konusunda dikkatlerin yeniden yoğunlaşmasını sağlayan bir strateji olarak öne çıkmaktadır.
İhaleye fesat karıştırma iddiasının gündeme geliş zamanı, operasyonun arka planındaki ilişkiler ve kamuoyunun algısı açısından özel bir önem taşımaktadır. Özellikle, İETT Genel Müdürü İrfan Demet’in Temmuz 2023’te göreve başlaması ve çok kısa bir süre sonra bu tür ciddi iddiaların ortaya atılması, soruşturmanın yalnızca geçmiş döneme değil, mevcut yönetim anlayışına ve kurumun son yıllardaki uygulamalarına da odaklandığını göstermektedir. Söz konusu iddianın tam da Aziz İhsan Aktaş’ın etkin pişmanlık hükümleriyle serbest kalmasının ardından, yani kurum içindeki ilişkiler zincirinin çözülmeye başladığı bir dönemde gündeme taşınması ise, soruşturmanın derinleştiğinin ve yalnızca bireysel hatalardan ibaret olmadığına dair bir mesaj olarak öne çıkmaktadır. Bu zamanlama, soruşturmanın rastlantısal olmadığını; aksine, medyada ve kamuoyunda olayın ciddiyeti konusunda kuvvetli bir bilinç oluşturmaya yönelik bir strateji izlendiğini düşündürmektedir. Böylece, ihaleye fesat karıştırma iddiası, sadece bir suçlama olmanın ötesinde, kurumun şeffaflık ve hesap verebilirlik sınavının merkezi hâline gelmiştir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının operasyonla ilgili açıklamasında, “25 şüphelinin, Aziz İhsan Aktaş suç örgütünün İSFALT ve İETT’den aldığı ihalelerin komisyonlarında yer alan kişiler ile ihale yetkilileri olduğu, ihalelere fesat karıştırıldığının tespit edildiği” vurgusunun özellikle öne sürülmesi, olayın sadece bireysel hatalar veya münferit usulsüzlüklerle sınırlı olmadığını göstermek amacı taşımaktadır. Böyle bir açıklama, kurum içi yapılanmanın derinliği ve sistematik ilişkiler ağına işaret ederek, operasyonun niceliksel boyutunu ve iddiaların toplumsal etkisini artırır. Kamuoyunun dikkatinin, işin “örgütlü suç” ve “yapısal bozulma” yönüne çekilmesi, soruşturmanın ciddiyetini ve kapsamını pekiştirir. Aynı zamanda, yetkili mercilerin şeffaflık ve hesap verebilirlik konusundaki kararlılığını göstermek, toplumsal güveni korumak ve olası spekülasyonların önüne geçmek adına da bu tür ayrıntıların medyada öne çıkarılması tercih edilir. Son olarak bu vurgu, sürecin salt şahsi ikballerden veya kişisel menfaatlerden ibaret olmadığını, ihale süreçlerine yönelik kurumsal düzeyde ciddi bir sorgulamanın başlatıldığını göstermek içindir. Gazeteci şüphe duyar, hele şimdiki ortamda şüphe duymadan sorgulama yapmadan haber yapamaz… Buraya kadar normal diyelim ama niçin şimdiki ortamda bu konu oldu ve haber servis edildi?
“Şeytan Azapta Gerek”
Metaforun Kökeni ve Kullanım Alanları
Tanım ve Genel Anlam
“Şeytan azapta gerek” Türkçede sıkça kullanılan ve köklü bir deyimdir. Bu deyim, bir kişinin ya da varlığın huzursuzluk, sıkıntı, eziyet veya ceza hâlini hak ettiğine ya da bu hâlde bulunmasının başkalarını memnun ettiği, hatta gerekli olduğuna dair bir anlam taşır. Özdeyiş olarak, kötülük yapan veya başkalarına zarar veren kişilerin sonunda kendi yaptıklarının bedelini ödemesi, huzursuzluk ve azap içinde olması gerektiği düşüncesini ifade eder.
Metaforun Kökeni ve Anlam Derinliği
Deyimdeki “şeytan” kelimesi, geleneksel olarak kötülüğün, fitnenin ve huzursuzluğun sembolüdür. “Azap” ise büyük bir sıkıntı, ıstırap veya cezalandırılma anlamına gelir. “Gerek” kelimesi ise burada “layık olmak”, “hak etmek” veya “bulunması uygun” anlamlarını taşır. Metaforik olarak, kötülüğün kaynağı olan şeytanın rahat ve huzurlu olması beklenemez; aksine, azap çekmesi, zorluk içinde olması gerekir. Bu düşünce, toplumun adalet ve denge beklentisini de yansıtır.
Kullanım Alanları
- Bir başkasına zarar veren veya olumsuz davranışlarda bulunan bir kişinin başına kötü bir şey geldiğinde, bu deyimle o kişinin yaşadığı sıkıntının hak edilmiş olduğu ima edilir.
- Bazen, kötü niyetli kişilerin sürekli huzursuzluk, çekişme ve sıkıntı hâlinde yaşamasının doğal karşılanması anlamında da kullanılır.
- Gündelik dilde, “Şeytan azapta gerek” diyerek, sorun çıkaran ya da başkalarını huzursuz eden bireylerin kendi tuzaklarına düşmelerinin adaletli olduğu anlatılır.
Örneklerle Açıklama
- Bir iş yerinde sürekli entrika çeviren bir çalışan, sonunda kendi kurduğu kumpasın mağduru olunca, diğer çalışanlar bu durumu “Şeytan azapta gerek” diyerek değerlendirir.
- Topluma veya bir gruba zarar veren, huzuru bozan kişiler hakkında da, yaşadıkları sıkıntıların hak edilmiş olduğu vurgulanmak için bu deyime başvurulur.
Deyim, toplumsal hafızada kötülükle özdeşleştirilen kimselerin rahat ve huzur bulmasının adil olmadığını, aksine azap ve sıkıntı içinde olmalarının haklı görüldüğünü ifade eder. “Şeytan azapta gerek” sözüyle, kötülüğün sonunda kendi karşılığını bulacağına dair bir iç huzur ve adalet duygusu da yansıtılır.
Hayatın akışında, “Bugünün aynası yarının görüntüsüdür” sözü, bugünkü eylemlerimizin, tutumlarımızın ve yaşananların yarının sonuçlarını şekillendireceğini anlatır. Yani, geçmişin izleri gelecekteki manzarayı belirler; bugün attığımız adımlar ya da alınan kararlar, yarın karşımıza çıkan tabloyu hazırlar. Bu bakış açısı, gündemin hızla değiştiği, olayların birbiri ardına aktığı haber trafiğinde de önem kazanır. Tıpkı bir araç kullanırken şeridini değiştirmeden veya dönmeden önce dikiz aynasına bakarak arkada neler olduğuna dikkat etmek gerektiği gibi, toplumsal ya da siyasi gelişmelerde de geçmişte yaşananları gözden geçirmek, alınacak yeni kararlar ve yapılacak yorumlar için gereklidir.
“Şeytan azapta gerek” sözüyle bağlantılı olarak, geçmişte başkalarına zarar vermiş ya da toplumsal huzuru bozan kişilerin sonunda kendi eylemlerinin neticesiyle yüzleşmesi beklenir. Yani, bugün yapılan yanlışlar veya kötülükler, yarın kişinin karşısına bir şekilde çıkar. Bu deyimle, toplumun adalet ve iç huzur arayışının da vurgulandığı görülür: Kim ne ekerse onu biçer, kötülük yapan kendi tuzağına düşer.
Buradan hareketle, İBB soruşturması kapsamında, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınması, ardından tutuklanarak Silivri’deki Marmara Cezaevi’ne gönderilmesi süreci de geçmişin ve bugünün olaylarının geleceğe nasıl yansıdığını gösteren örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Yaşananlar, alınan kararlar ve toplumsal tepkiler bir bütün olarak ileride nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızın ipuçlarını verir. Bu nedenle, geçmişi ve bugünü dikkatle analiz etmek ve dersler çıkarmak, geleceği daha sağduyulu karşılamak için gereklidir.
Aziz İhsan Aktaş, yakın dönemde çeşitli soruşturmalarda adı geçen bir isim olarak gündeme gelmiştir. Özellikle kamuoyuna yansıyan gelişmelerde, Aktaş’ın “pişmanlık yasası”ndan yararlanıp yararlanmadığı tartışma konusu olmuştur. Pişmanlık yasası, ceza hukuku kapsamında suç işlediğini kabul eden bireylerin, adli makamlara yardım etmeleri ve suçun aydınlatılmasına katkı sağlamaları hâlinde, cezalarında indirim ya da başka kolaylıklar sağlayan bir düzenlemedir.
Ancak, mevcut açık kaynaklarda ve basında Aziz İhsan Aktaş’ın bu yasadan resmen yararlandığına dair doğrulanmış bir bilgi bulunmamaktadır. Aktaş’ın soruşturmaya hangi kapsamda dahil olduğu veya yasal süreçte nasıl bir konumda bulunduğu, resmi makamlarca yapılan açıklamalara ve mahkeme kararlarına dayalı olarak netleşmektedir. Dolayısıyla, Aktaş’ın doğrudan pişmanlık yasasından yararlanıp yararlanmadığı konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, adının soruşturmalarda geçtiği ve süreçte önemli bir rol oynadığı bilinmektedir.
Aziz İhsan Aktaş’ın İETT Genel Müdürlüğü ve İSFALT yönetimiyle ilişkisi konusunda ise, açık kaynaklarda doğrudan ve net bilgiler bulunmamaktadır. Ancak, Aktaş’ın isminin çeşitli soruşturmalarda geçmesi ve özellikle belediye iştirakleriyle bağlantılı süreçlerde gündeme gelmesi, kamuoyu tarafından bu kurumlarla potansiyel işbirlikleri ya da etkileşimler içinde olup olmadığına dair merak uyandırmıştır. Kurumsal yönetimde, iştirak ve bağlı ortaklıkların yöneticileriyle sürdürülen temaslar ve alınan kararlar, genellikle büyükşehir belediyelerinin merkezi projelerine ve stratejik önceliklerine göre şekillenir. Aktaş’ın, İETT ya da İSFALT yönetimiyle doğrudan veya dolaylı iş ilişkileri, yürütülen projelerde danışma, koordinasyon ya da süreç takibi gibi görevlerde bulunmuş olabileceği ihtimal dahilindedir. Ancak, şu ana kadar basına yansıyan bilgiler ve resmi açıklamalarda, Aktaş’ın bu kurumlarda resmî bir yönetici pozisyonu üstlendiği ya da yetki kullandığı yönünde doğrulanmış bir kayıt yer almamaktadır. Bu noktada, Aktaş’ın adı geçen kurumlarla olan ilişkisinin kapsamının, soruşturmanın ilerleyişine ve yetkili makamların açıklamalarına bağlı olarak zaman içinde daha netleşeceği öngörülebilir.
Bu çerçevede, Aziz İhsan Aktaş’ın soruşturmadaki rolüyle ilgili olarak eldeki bilgiler büyük oranda kamuya yansımış açıklamalar ve basın haberleriyle sınırlıdır. Adı geçen soruşturmalar kapsamında Aktaş’ın isminin sıkça zikredilmesi, sürecin önemli aktörlerinden biri olarak değerlendirildiğine işaret etmektedir. Ancak mahkeme kayıtlarında ve resmi belgelerde, Aktaş’ın tam olarak hangi sıfatla ve hangi eylem veya katkılarla dosyada yer aldığına dair kesinleşmiş detaylar bulunmamaktadır. Mevcut durumda, Aktaş’ın doğrudan bir suç itirafında ya da pişmanlık yasası kapsamında bir açıklamada bulunduğu net şekilde teyit edilmemiştir; bununla birlikte, soruşturmanın seyri açısından bilgi paylaşımı veya süreç yönetimi gibi dolaylı roller üstlenmiş olması mümkündür. Nihayetinde, Aktaş’ın rolünün, yasal süreç ilerledikçe ve yetkili merciler tarafından yapılacak yeni duyurularla birlikte daha açık ve ayrıntılı biçimde ortaya çıkacağı öngörülmektedir.
Aziz İhsan Aktaş’ın “etkin pişmanlık” hakkından yararlandığına ve bu nedenle ev hapsiyle tahliye edildiğine ilişkin iddialar, bazı medya organlarında yer almakla birlikte, kamuya açık kaynaklarda Aktaş’ın etkin pişmanlık hükümlerinden resmen faydalandığına dair doğrulanmış bir resmi belge veya yargı makamlarından yapılmış açık bir açıklama mevcut değildir. Soruşturma sürecine dair yayımlanan haberlerde, Aktaş’ın gözaltına alındığı, ifadesini değiştirdiği ve ardından adli kontrol şartı ile tahliye edildiği belirtilse de, bu tahliyenin doğrudan “etkin pişmanlık” statüsüne bağlanıp bağlanmadığı konusunda kesin ve resmi bir kayıt bulunmamaktadır.
Bahse konu olan “etkin pişmanlık” yasası, ceza hukuku kapsamında suça karışmış bireylerin, adli makamlara yardımcı olmaları ve suçun aydınlatılmasına katkı sağlamaları karşılığında çeşitli kolaylıklar veya ceza indirimi elde etmelerine olanak tanır. Ancak, Aktaş’ın ifadesini değiştirmesinin ve tahliye edilmesinin bu yasal çerçevede mi gerçekleştiği hususunda, hem soruşturma makamlarından hem de mahkeme kayıtlarından herhangi bir doğrulama yapılmamıştır. Basına yansıyan bilgiler ve yorumlar, çoğunlukla iddia ve değerlendirme düzeyinde kalmakta, resmi bir teyide dayanmamaktadır.
Dolayısıyla, Aktaş’ın “etkin pişmanlık”tan yararlanarak tahliye edildiği iddiası, mevcut durumda kesin ve doğrulanmış bir bilgi olarak kabul edilemez. Bu konuda nihai ve net bir sonuca ulaşmak, ancak ilgili yargı mercilerinin açıklamaları ve dosya içeriklerinin kamuya açıklanmasıyla mümkün olacaktır.
Bu tür bir haberde “Savcılığın henüz Aktaş hakkında hazırladığı bir iddianame bulunmuyor” ifadesinin kullanılmasının temel amacı, hem hukuki sürecin geldiği aşamayı hem de iddiaların mevcut durumunu vurgulamaktır. Bu cümleyle, Aktaş’a yönelik kamuoyunda gündeme gelen suçlamaların ve iddiaların, henüz yargı makamlarınca resmî bir iddianameyle somutlaştırılmadığı, yani yasal anlamda Aktaş’ın suçlu ilan edilmediği anlatılmak istenir. Böylece, haberin tarafsızlığını korumak ve okurda kesinleşmemiş bilgiler üzerinden yargıya varılmaması gerektiğine dair bir bilinç oluşturmak hedeflenmektedir.
Ayrıca, gazetecilikte bu tür bir vurgu, “masumiyet karinesi” ilkesine dikkat çekmek anlamı da taşır. Yani, savcılığın iddianame hazırlamaması, Aktaş’ın hukuken suçlu sayılmadığı, hakında yalnızca soruşturma veya iddia aşamasında bulunan suçlamalar olduğu anlamına gelir. Bu yaklaşım, hem hukuki sürecin devam ettiğini hem de haberin dayanağının resmî bir yargı belgesiyle desteklenmediğini belirtmek açısından önemlidir.
Kısacası, bu ifade hem okurun olaylara temkinli yaklaşmasını sağlamak, hem de hukuki prosedürlerin ve masumiyet karinesinin altını çizmek amacıyla haberde yer almaktadır.
CHP’liler, Aziz İhsan Aktaş’ın serbest bırakılması sürecine yönelik eleştirilerinin yanı sıra, Aktaş’ın kamu kurumları ve özellikle AKP’li belediyelerle yürüttüğü iş ilişkilerine dair sorgulamalarını hem toplumsal şeffaflık hem de hesap verebilir yönetim ilkeleri çerçevesinde gündeme getirmişlerdir. Bu sorgulama ihtiyacı, bir yandan Aktaş’ın adının sık sık yüksek tutarlı kamu ihaleleri ve belediye iştirakleriyle anılması, diğer yandan ise yürütülen soruşturmalarda şeffaflığın ve tarafsızlığın sağlanıp sağlanmadığı konusunda kamuoyunda oluşan endişelerden kaynaklanmaktadır.
Bireysel ölçekte CHP’li siyasetçiler ve yurttaşlar, Aktaş’ın hem soruşturmalardaki rolünü hem de kamu kaynaklarından elde ettiği kazançları sorgulayarak, olası usulsüzlük veya ayrıcalık iddialarına karşı adaletin tam anlamıyla işletilmesini talep etmektedirler. Kurumsal olarak ise CHP, Aktaş’ın AKP’li belediyelerden aldığı ihalelerin yoğunluğunu ve bu süreçlerin yasal ve etik çerçevede yürütülüp yürütülmediğini sorgulayarak siyasi rekabette şeffaflık ve eşitlik ilkelerinin korunmasını istemektedir.
Ayrıca, CHP’liler kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi ve siyasi sorumluluk mekanizmasının işlemesi adına, soruşturmalarda adı geçen kişilere farklı muamele yapılıp yapılmadığı veya bazı kişi ve şirketlerin kamu kaynaklarına erişiminde ayrıcalık tanınıp tanınmadığı gibi hususların aydınlatılması gerekliliğine işaret etmektedir. Bu yaklaşım, hem hukuki sürecin hem de siyasi etik normların gözetilmesini sağlamaya yöneliktir.
Özgür Özel’in “Aziz İhsan Aktaş 388 ihale almış…” Sözlerinin Nedenleri
Kamu İhaleleri, Siyasi Şeffaflık ve Eleştiri Bağlamı
Özgür Özel’in son haftalarda Meclis kürsüsünden ve parti mitinglerinde dile getirdiği, “Aziz İhsan Aktaş 388 ihale almış, 300'ünü AK Parti'den almış, 88'ini CHP'den. Yüzde 77 AKP, yüzde 23 CHP. Ama yüzde 23 cezaevinde, yüzde 77'nin keyfi yerinde” şeklindeki ifadeleri, birkaç temel gerekçeye ve eleştiri odağına dayanmaktadır:
1. Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik Talebi
Bu tür açıklamaların temelinde, kamu kaynaklarının kullanımı ve kamu ihalelerinin dağıtım süreçlerinde şeffaflığın ve adil uygulamanın sağlanması gerekliliğine dikkat çekme amacı yatmaktadır. Aktaş’ın adı, hem AKP’li hem de CHP’li belediyelerden alınan yüksek tutarlı ihalelerle anılmakta; bu durum, ihalelerin nasıl ve hangi kriterlere göre dağıtıldığına dair toplumda soru işaretleri doğurmaktadır. Özgür Özel, bu tabloyu kamuoyunun gözü önüne sererek, siyasi ayrım gözetmeksizin tüm kamu kurumlarında denetim ve şeffaflığın sağlanmasını talep etmektedir.
2. Eşitlik ve Adalet Vurgusu
Özel’in sözlerinde, farklı siyasi partilerden alınan ihalelerde uygulanan hukuki süreçlerdeki potansiyel eşitsizliğe dikkat çekilmektedir. Burada, Aktaş’ın CHP’li belediyelerden aldığı ihalelerle ilgili cezaevinde bulunması, ancak çok daha fazla ihaleyi AKP’li belediyelerden almasına rağmen bu konuda herhangi bir yaptırım ya da soruşturmanın gündeme gelmemesi, “çifte standart” algısına yol açmaktadır. Özel, bu durumu eleştirerek, hukuk önünde eşitlik ve siyasi tarafsızlığın gerekliliğine işaret etmektedir.
3. Siyasi Sorumluluk ve Toplumsal Denetim
Açıklamada, kamuoyu vicdanında oluşan adalet ve hakkaniyet duygusu üzerinden hareketle, siyasi partilerin ve kamu yöneticilerinin hesap verebilirliğinin sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır. Özel, söz konusu ihalelerle ilgili yasal sürecin, parti kimliği gözetilmeksizin, tüm aktörler açısından aynı hassasiyetle işletilmesini ve kamu kaynaklarının nasıl paylaştırıldığının aydınlatılmasını istemektedir.
4. Masumiyet Karinesi ve Hukuki Sürecin Eleştirisi
İfadelerde aynı zamanda, yargı sürecinin hâlâ devam ettiğine ve henüz savcılık tarafından Aktaş hakkında iddianame hazırlanmadığına yönelik bir farkındalık da yer almaktadır. Bu durum, hukuki sürecin tarafsız ve şeffaf işletilmediği eleştirisini beraberinde getirmekte, masumiyet karinesi ilkesinin altı çizilmektedir.
Özgür Özel’in bu sözleri; kamu ihalelerinde şeffaflık, siyasi etik, eşitlik ve hesap verebilirlik taleplerinin bir yansımasıdır. Ayrıca, siyasi partiler arasında veya kamu kurumlarında hukuki süreçlerin tarafsız işletilmesi gerektiğine dair toplumsal beklentiyi ve bu konudaki şüpheleri kamuoyuna yansıtma amacını taşımaktadır.
Saygılar…
Rogg & Nok Analiz Merkezi