Düşünürler Türkiye Halkına Neler Söylerdi? 7. Bölüm
Ömer Hayyam Konuşuyor
Ömer Hayyam (tam adıyla Giyaseddin Eb'ul Feth Ömer bin İbrahim el-Hayyam), 18 Mayıs 1048 – 4 Aralık 1131 tarihleri arasında yaşamış olan, İranlı (Fars) bir bilim insanı, filozof, şair ve matematikçidir. Özellikle şiirleri, rubaileri ve bilimsel çalışmalarıyla hem Doğu’da hem Batı’da büyük etki bırakmıştır. Bakalım Ömer Hayyam Günümüz Türkiye’sinde yaşasaydı neler söylerdi:
Ey bu toprağın insanı,
Bir vakitler göğe bakan, yıldızlara isim koyan, düşünceyle dünyayı tutan ataların çocuğu…
Sen ki sıcağın altında sabırla yürür, ama asıl sıcağı kalbinde taşırsın…
Sen ki umudu çoktan yitirmişsin, ama hâlâ umutlular gibi konuşursun…
Bugün sana ne din anlatacağım ne bilim ne de şiir…
Sana sadece kendini anlatacağım.
Çünkü sen, ne olduğunu unuttun. Bir vakitler göğe bakan sen şimdi başın önde, gözün telefonda, kalbin belirsizliğin içindesin.
Kimi zaman öfkelisin… Ama neye öfkelendiğini bile bilmiyorsun.
Kimi zaman suskunsun… Ama o sessizlikte bile bastıramadığın bir çığlık var.
Sana sordular: "Kimsin?"
Sen cevap verdin: "Müslümanım, Türküm, vatanseverim, aile babasıyım, anneyim, öğretmenim..."
Hepsi doğru olabilir.
Ama ben sana şunu soruyorum: Bunların dışında sen kimsin? Sana ne zaman kendin olma fırsatı verildi?
Ne zaman kendini ifade ederken yargılanmadın?
Ne zaman bir fikri sorguladığında susturulmadın?
Ne zaman kendi hayatını yaşamak istedin de başkalarının “el âlem ne der” zincirlerine takılmadın?
Sana öğrettiler:
Düşünme, inan.
Sorgulama, itaat et.
Yol gösterme, takip et.
Ey halk…
Sana sabır öğretildi, ama neden sabrettiğin hiç öğretilmedi.
Sana inanç öğretildi, ama neye inandığını sorgulaman yasaklandı.
Sana aile kutsaldır dendi, ama ailenin içindeki çürümüşlükten söz etmek bile günah sayıldı.
Şimdi çık, sokaklara bak.
Birbirine tahammül edemeyen insanlar…
Sürekli kavga eden, ama asıl kendisiyle barışamayan bireyler…
Kime sorsan haklı. Ama herkes birbirine öfkeli. Çünkü kimse kendiyle yüzleşmiyor.
Ey halk, sen ki sabah ezanıyla uyanır, gün batımında umudunu yitirirsin…
Sen ki her sabah “bugün daha iyi olacak” dersin ama hep aynı dertlerle uyursun…
Biliyor musun, seni en çok yoran hayatın kendisi değil; senin hayatı hep ertelemen.
Hep "bir gün" diyorsun. Ama o “bir gün” denilen şey, aslında hiçbir zaman gelmeyecek bir yalandır.
Sana biraz da senden bahsedeyim: Sen, işsiz kaldığında tevekkül eden, hak ettiğini alamadığında “kısmet” diyen, itiraz etmek yerine kaderine küsen, her şeyi bilir gibi konuşan ama hiçbir şeyi sonuna kadar anlamayan bir halksın.
Ama bu senin suçun değil — Seni böyle büyüttüler. Korkuyla, yasakla, ayıpla yoğruldun. Yalnızca başını eğdiğinde sevildin. Ve ne yazık ki sen de çocuklarını böyle büyütüyorsun.
Oysa hayat ne emirle yaşanır ne yasayla. Hayat, uyanık bir bilinçle yaşanır. Bir kadeh şarabı damakta döndürmek gibi… Bir düşünceyi, bir inancı, bir aşkı… İçselleştirerek, hissederek, sorgulayarak…
Ben içkiyi övmedim, şarabı sadece simge yaptım. Aklın sarhoşluğu, kör inançtan evladır dedim. Sen hâlâ harflerin peşindesin, benim ne dediğimi değil, neyle dediğimi tartışıyorsun. Oysa mesele, şarap değil; özgür akıl.
Ey gençler!
Başkasının hayalini yaşamak zorunda değilsiniz. Sizin kaderiniz bu değil. İtaatle büyüyen nesiller, özgür toplum kuramaz. Siz susarak sevmeyin. Kendinizi susturarak sevdirmeyin.
Okuyun, düşünün, yazın, yanılın, tekrar yazın. Ama hazır kalıplarla yetinmeyin. Çünkü bir kez düşünmeye başladığınızda, artık geri dönemezsiniz.
Ve evet, bu yalnız bir yoldur. Ama gerçek yalnızlık, hiç düşünmeden yaşayanların kalabalığında olmaktır.
Size hedefler çizdiler ama o hedeflerin size ait olup olmadığını hiç sormadılar. Üniversiteye gittin, diploma aldın. Ama düşünebiliyor musun? Yoksa sadece ezberledin mi? Telefonun var, internetin var… Ama gerçekten bağlantıda mısın, yoksa sadece ekranlara mı hapsoldun? Aşk yaşadığını sanıyorsun, ama sadece ilgi arıyorsun. “Ben kimim?” sorusunu içinden kaç kere sordun, kaç kere sustun?
Unutma: Bir kere uyanırsan, bir daha uyuyamazsın. Bir kere düşünmeye başlarsan, artık kimsenin cevabı seni tatmin etmez. Bu hem lanettir hem özgürlük.
Ve ey büyükler… Siz bu ülkenin geçmişisiniz. Ama geçmiş, geleceği boğmasın. Çocuklarınızı kendiniz gibi yapmaya çalışmayın. Çünkü onlar başka bir zamanın ruhunu taşıyor. Ve belki sizin susarak yaşadığınız ömrü, onlar haykırarak değiştirecek. Oğlunuz sizden farklı düşünüyor diye onu dışlamayın. Kızınız sizin gibi giyinmiyor diye onu utandırmayın. Fikir, kıyafet, mezhep, oy verdiği parti, tuttuğu takım… Hiçbiri onun kalbinin ne kadar temiz olduğunu belirlemez.
Size son olarak şunu söyleyeceğim: Ben hayatı sorguladım. Yıldızlara baktım, hesaplar yaptım, şiirler yazdım… Ama en zor sorunun şu olduğunu anladım: "İnsan, kendi olmaktan ne zaman vazgeçti?"
Şimdi sen de kendine sor: Sen ne zaman başkası olmak zorunda hissettin? Ve ne zaman kendini kaybettin?
Eğer bu soruya cesaretle cevap verirsen… İşte o gün, yeniden doğarsın.
Ne camide ne okulda ne mecliste… İçinde başlar devrim. Ve o devrim, tek gerçek kurtuluştur.
Eğer bana "Neye inanıyorsun?" diye sorarsan,
Ben derim ki: İnsana… Aklına… Sorgulayan yüreğine… Ve bir damla samimiyetle atılmış kahkahasına.
Çünkü bir kahkaha, bin sahte dualardan daha gerçektir.
Şarap değil mesele,
Sarhoşluk değil dert…
Asıl mesele, uyanmadan yaşamak!
Uyan ey halk!
Çünkü seni uyutanların rüyası, senin kabusundur.
Sevgiyle kalın…
Arzu Kök