Prof. Dr. Doğan Göçmen
Geçtiğimiz günlerde Karl Marx’ın öğretisi hakkında Hamburg İdare Mahkemesi’nin akıl almaz kararı ile ilgili haberler yaygın ilgi ve hayretle karşılandı.
Karara göre Marx’ın öğretisi “özgür demokratik temel düzen” ile uyuşmamaktadır. Eş deyişle Marx’ın öğretisi özgürlüğü ve demokrasiyi reddeden bir öğretidir.
Bu temelsiz iddianın sonunda gelip dayandığı temel, Marx’ın öğretisinin temelinde ve özünde şiddet olduğu iddiasıdır. Bu karara nitelikli akademik bir yanıt verilmedi bildiğim kadarıyla. Bu konu geçmişte parlamentoları da meşgul etmiş, yasalar bile çıkarılmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekirse; Marx bilindiği üzere kapitalist toplumun hareket yasalarını ortaya koyan, temel yapısal ilişkilerini eleştirel olarak analiz eden bir filozoftur. Ortaya koyduğu eser, kapitalizmin ebedi bir toplum olduğuna dair yaygın iddia karşısında kapitalizmin kendi iç çelişkileri sonucu kaçınılmaz çökeceğini göstermeyi amaçlar. Marx bunu bugün iktisat bilimi de denen “ekonomi politik”in ilkesel bir eleştirisini yaparak yapar. Marx’a göre ekonomi politik’in kavramlarını eleştirmek, kapitalist toplumun bizzat kendi pratik olarak tüm yapısal ilişkileri düzenleyen kategorilerinin eleştirisini yapmak demektir.
Bu bakımdan Marx’ın ortaya koyduğu eser bilimsel-akademik bir eserdir. Bu eserin niteliğinin ne olduğuna ne bir mahkeme karar verebilir ne de bir parlamento. Bilimsel çalışmanın niteliği ancak akademik inceleme ve bilimsel tartışma konusu yapılabilir. Bilimsel-akademik bir çalışmada da, bir mahkeme kararında amaçlandığı gibi bir defada herhangi bir şekilde nihai karar vermek mümkün değildir. Bilimsel çalışmanın ve tartışmanın farkı hep açık olmasındadır, çünkü mümkün bilgi alanı sonsuzdur.
Bir kuramın özelliği, eğer iyi temellendirilmiş bir kuram ise yüzlerce ve belki de binlerce yıl araştırma ve tartışma konusu yapılabilmesinde yatar. Bugün hala en “ilkel” mitolojilerden bile hayretle öğrenmeye devam ediyoruz. Binlerce yıl önce en ilksel koşullarda yaşamış insan zekâsının gücü karşısında hayrete düştüğümüz oluyor. Bu nedenle bir kuramın özelliği, onun adli bir yargı konusu yapılmasına müsade etmez. Bu bakımdan Hamburg İdare Mahkemesi’nin üzerine düşmeyeni adli bir karar konusu yapmış olması ancak kendini bilmezlik olarak nitelendirilip kınanabilir.
İlgili Hamburg mahkemesi bu konuda karar verme yetkisini hangi yetkinliğine dayandırıyor? Bu konuda gerekli yetkinliğe sahip yargıçlardan oluşan bir mahkeme olsa bile; konu adli bir konu değildir, bilimsel bir konudur ve bu nedenle ancak akademik araştırma ve inceleme konusu yapılabilir, hakkında tezler yazılabilir, eserler ortaya konabilir, ama kesinlikle adli bir karar konusu yapılamaz. Öyleyse mahkemeler de üzerine düşmeyeni vazife bilmeye kalkmamalıdır.
Elbette bir mahkeme, kendisine “Marksistim” diyen birinin görüşlerini değil, ama eylemini yargı konusu yapabilir, fakat Marx’ın kuramının niteliğini yargı konusu yapamaz. İnsanlık düşmanı olmayan, ırkçı ve kadın düşmanı olmayan politik bir görüş dahi adli yargı konusu yapılamaz. Bunun geçmişte yapılmış olması veya bugün hala yapılıyor olması onun doğru olduğunu göstermiyor. Geçmişte sosyalist ülkelerde de bu konuda büyük hatalar yapılmıştır. Düşünce ancak eleştiri ve tartışma konusu yapılabilir, adli yargı ve yasak konusu yapılamaz. Marx’ın öğretisinin nasıl bir niteliğe sahip olduğu sorusu hakkında ancak yine orijinal kaynaklardan hareketle akademik olarak verilebilir, adli olarak değil. Fakat eğer ısrarla bu sürekli deneniyorsa; bu ancak sefaletin bir belirtisi olabilir, gücün değil.
Bu konuda en iyi kaynak, Marx’ın (ve elbette Engels’in) eserinin kendisidir. Marksist öğretinin doğum belgesi, Komünist Manifesto’dur. Onun başyapıtı olan Kapital, Komünist Manifesto’da ortaya konan tezlerin bilimsel kanıtının getirilmesi olarak düşünülmüştür. Bu bakımdan Marx’ın görüşleri bilimsel olarak temellendirilmiştir. Marx, insanlığa bahşettiği bu devasa eserinde çalışmasını bilimselleştirmek için mantığın araçlarıyla, başta felsefenin ve ekonomi politiğin olmak üzere tüm bilimlerin kavramlarıyla, istatistik ile ve matematiğin yöntem ve araçlarıyla, tarihsel ve güncel ampirik bilgi ile, retorik ve plastik ve güzel sanatların ürünleri ile çalışır.
Peki, Komünist Manifesto’da Marx (ve Engels) ne diyor?
Marx ve Engels, kapitalist toplumun eleştirisi olarak karşısına koyup amaçladıkları toplumu, kendisine “her birinin özgür gelişimi herkesin özgür gelişiminin koşuludur” ilkesini temel edinmiş olan bir toplum olarak tanımlıyorlar. Komünist toplum olarak tanımladıkları toplum, tüm halkları, kadını ve erkeği, yaşlıyı ve genci, yetişkini ve çocuğu; emeğiyle, alın teriyle yaşayan herkesi herkesi; nihayetinde bireyi ve tüm insanlığı bir sürecin ürünü olarak aynı zamanda özgürleştirmek istemektedir. Akademik olarak aksini iddia edenler olsa da kanımca Marx’ın öğretisinin özü bu cümlede açık olarak tanımlanmıştır. Marx’ın (ve Engels’in ortak) bir hareket olarak kavradığı öğretisinin özü özgürlüktür, çünkü modern felsefeden aldığı miras gereği insanın özünü özgürlük olarak kavrar.
Marx’ın öğretisinin özü özgürlüktür ve aksini ciddi olarak ileri sürmek mümkün değildir. Fakat bu da elbette tartışma konusu yapılabilir ve tartışılır, tartışılmalıdır da. Bu bir mahkeme tarafından yargı konusu yapılamaz. Yargının üstünlüğü talebi kendini bilmezliğe yol açmamalıdır.
Marx’ın düşüncesinin özünün şiddet olduğunu ileri sürenler, onu insanın doğasında kötülük olduğunu ileri süren teolojik ve nihilist olan veya nihilist olmayan felsefi görüşlerle, şiddetin insanın özünden kaynaklandığını savunan Vilfredo Pareto gibi şahsiyetlerle, dünyanın ve toplumsal ortak varlığın anlamının güç ve iktidar ilişkisi olduğunu ileri süren Nietzsche gibi irrasyonel anti-filozoflarla karıştırıyorlar.
Marx, tüm büyük filozoflar gibi şiddet problemine tarihsel olarak yaklaşır. İnsanlığın yazılı tarihinin şiddet dolu olduğundan hareket. Fakat bu şiddetin kaynağı mülkiyet ilişkilerinden hareketle tarihsel olarak açıklanır. Marx’a göre burjuva toplumu insanlığı şiddet dolu tarihinin son aşamasıdır. Onun yerine geçebilecek komünist toplum, insanlığın işgallerle, şavaşlarla, katliamlarla, istilalarla dolu şiddet tarihinin nihayet geride bırakılıp barışçıl tarihinin, “insanın insan olarak” tarihinin de başlangıcı olacaktır.
Eğer Marx, kapitalist toplumu eleştirirken ve kapitalizmden kurtuluş perspektifi olarak sınıf mücadelesini öğretisinin temel bir unsuru haline getirmiş olması, onun öğretisini bir şiddet öğretisi yapmaz. Her şeyden önce Marx şiddeti kutsamaz ve onu kaçınılmaz olarak da görmez. Ayrıca Marx sınıf mücadelesine pratikte yaşanan bir olgu olarak işaret eder, onu yapay olarak yüceltmez. Son olarak; şiddetin kaynağı olarak sınıf mücadelesi, Marx’tan çok önce tüm teoriler tarihinde işaret edilenen ve işlenen bir olgudur. Tarihte sınıf mücadeleleri göz ardı edilerek toplumsal olaylar açıklanmaya ve analiz edilmeye kalkılırsa, tarihte neredeyse (birçok dini öğreti de dahil olmak üzere) hiçbir kuram kalmayacaktır ve çok az olay ve olgular açıklanabilecektir.
Sonuç olarak; Marx’ın öğretisinin özü özgürlüktür ve perspektifinde kurulmasını arzuladığı tüm şiddet biçimlerinden arındırılmış “ebedi barış” toplumu olarak düşündüğü komünizm vardır. Marx, komünizme geçiş olarak tek bir yöntemi mutlaklaştırmaz, her tarihsel durumun kendi yöntemlerini yine kendisinin geliştirip ortaya çıkaracağından hareket eder. Bu nedenle, yani Marx’ın öğretisinin özü özgürlük olduğu için, niteliği de barışçıldır.
Kaynak : tele1.com