Turhan Kitabevi’nin Sessiz Vedası: Ankara’nın Kalbinde Bırakılan Boşluk
Bugün sizlere bir kitap tanıtımı yapmayacağım zira bir üzüntümden bahsedeceğim. Ankara’nın, Ankaralıların acısından bahsedeceğim. Bir tarih olmuş Turhan Kitabevi kapanıyor. Şimdi birlikte bakalım istiyorum bunun getirileri, götürüleri neler diye.
Ankara’nın sokakları, her zaman ağır ağır değişirdi; şehir kendini yenilerken bile gürültü çıkarmamayı severdi. Ama bazen öyle bir şey olur ki, şehrin ritmi bir anda bozulur. Turhan Kitabevi’nin kapanışı da işte tam böyle bir kırılma: Sadece bir işletmenin kepenk indirmesi değil, kültürel dokunun sessizce aşınması; kamusal bir belleğin, gürültüsüz bir çöküşle yok oluşu.
Kendi halinde duran bir köşe kitapçısının gidişine bu kadar üzülmemizin sebebi, belki de şudur: Bir kitabevi kapanınca, aslında bir toplumun kendini anlama çabasının kapısı kapanmış olur.
Bir Kapıdan İçeri Girmenin Ritüeli
Turhan Kitabevi’ne adım atmak, aslında bir dükkâna girmek değildi. Bir eşiği geçmekti: Zamanın, düşüncenin, kelimenin, kuşağın. Raflarda dizili kitaplar yalnızca satılık nesneler değil, insanın kendi içine açılan küçük kapılar gibiydi. Her sayfada bir çağın nefesi duruyordu; kimi zaman üniversite öğrencisinin telaşı, kimi zaman akademisyenin titizliği, kimi zaman meraklı bir çocuğun büyük gözleri…
O kapıdan içeri giren herkesin içinde hafif bir sükûnet ile anılırdı. Belki de bilirdi içimiz; bu şehirde koşuşturmanın, siyasi gürültünün, beton yığınlarının arasında saklanmış bir vaha olduğunu.
Rafların Ardına Saklanan Bellek
Turhan Kitabevi, yalnızca kitap satmazdı; kültürel sürekliliğin çıpasıydı. Oraya gitmek, Ankara’nın zihinsel haritasında derin bir iz sürmek demekti. Raflar arasında dolaşmak, bu şehrin düşünce tarihinin sayfalarını çevirmek gibiydi. Her kitap, bu topraklarda birilerinin hâlâ düşünmeye çalıştığının kanıtıydı.
Ama şimdi?
Raflar boşalıyor, ışıklar sönüyor, kapı kapanıyor. Üstelik kapanan kapı, sadece ticari bir kapı değil, kültürel dayanıklılığın kapısı.
Bir Şehrin Belleği: Rüzgârın Bile Öğrendiği Bir İsim
Turhan Kitabevi, Ankara’nın belleğinin bir kıvrımıydı. Bir mekân değil, bir alışkanlık; bir dükkân değil, bir durak; bir işletme değil, kalabalıklar içinde nefes almanın küçük bir bahanesiydi.
Yıllarca, öğrenciler ders kitaplarını alırken umutlarının ağırlığını taşıdı raflar. Akademisyenler dipnotlarını tamamlamak için o rafların arasında dolaştılar. Dergi bahçesinde yüzlerce yayın kendine yer bulurken, Ankara’nın düşünce hayatı da burada filizlendi, gelişti, çoğaldı. Bu kentte yayımlanan bir fikrin, bir düşünce kıvılcımının bir yerlerden çıkması gerekiyorsa, çoğu zaman yolu Turhan’dan geçti.
Şimdi, o rafların sessizliği biraz erken çöken bir akşam gibi üstümüze çökmekte.
Sadece Bir Kitabevi Değil, Bir Sığınak
Turhan Kitabevi, bir insanın kendini yalnız hissettiğinde uğradığı bir yerdi de aynı zamanda. Bir ayrılık sonrası eldeki boş vakti geçirmek için değil; boşluğun kendisini anlamlandırmak için gidilirdi. Ankara ayazında insanların yüzüne vuran soğuk, içerideki kitap kokusuyla kırılırdı.
Kimi kitaplar sararmıştı, kimi hiç açılmamış. Ama hepsi bir şekilde anlam taşırdı. Çünkü kitap dediğin şey, biraz da insanın kendisini tamamlamak için kullandığı bir parçadır.
Kültürün Geri Çekilişi
Kültürel yozlaşma, çoğu zaman yüksek sesle gelmez. Bazen bir meydanın sessizce işlevsizleşmesidir, bazen bir tiyatronun satışa çıkarılması, bazen bir kütüphanenin kaderine terk edilmesi. Bazen de bir kitabevinin kapanmasıdır.
Turhan Kitabevi’nin vedası, işte bu sürecin kristalleşmiş hâlidir. Kentin merkezinde, insanların fikir alışverişi yaptığı, öğrencilerin kitaplarla nefes aldığı, akademisyenlerin yeni yayınlar arasında kaybolduğu bir yerin yok olması; kültürün gündelik hayattan geri çekilmesinin küçük ama çok önemli bir göstergesidir.
Çünkü kültür, beton yığınlarının arasında durdukça güçlüdür; mekân kaybolduğunda, kültür de savunmasız kalır.
Kapanışın Ardındaki Sessiz Çığlık
Şimdi soruyor insan kendi kendine: Bir kitabevinin kapanması neden bu kadar üzer? Bir taş binadan, bir tabela sökülmesinden bahsediyoruz sonuçta.
Ama aslında kaybolan şey raflar değil; bir hafıza mekânı. Yıllar boyunca aynı yerde durmanın, insanlarla birlikte yaşlanmanın, her gün başka bir hikâyeye tanık olmanın taşıdığı bir ruh var burada. Ve o ruh, bir sabah kapılarını kapatıp ortadan kaybolduğunda şehir biraz daha yalnızlaşıyor.
Ankara’nın son sahaf kokulu nefeslerinden birinin sönüyor olması, kent denen büyük organizmanın bir parçasının çürüyüp düştüğünü hissettiriyor.
Yerine Ne Gelecek?
Belki yeni bir zincir kahve dükkânı açılacak, belki parlak tabelalı bir mağaza. Her ne gelirse gelsin, dolduramayacağı bir boşluk var: Fikirlerin, sözcüklerin, tartışmaların, beklenmedik karşılaşmaların boşluğu.
Kültürel yozlaşma tam da böyle başlar: Mekânlar dönüşür, ama o mekânlarda yaşanan şeyin ruhu dönüşemez.
Yerine konan her şey daha tüketilebilir, daha yüzeysel, daha hızlıdır. Derinlik kaybolur; yerine hız alır. Kalıcı olana duyulan saygı azalır; yerine geçici olanın parıltısı gelir.
Bir kitabevi, kendi halinde mütevazı bir direniş mekânıdır oysa. Yavaşlamanın, düşünmenin, derinleşmenin alanıdır. Ne ironiktir ki, tam da bu yüzden "verimsiz" görülür artık.
Bir Kent Kendinden Uzaklaşırken
Ankara’da büyüyen, okuyan, düşünen herkes bilir: Turhan Kitabevi, şehrin gövdesine işlenmiş bir izdi. Bir buluşma noktası, bir nefes alma alanı, bir sessiz dayanışma mekânıydı. İnsanlar orada rafların arasında kaybolur, ama kendilerini bulurlardı.
Şimdi bu kapanış, bize acı bir gerçeği hatırlatıyor: Bir kent, kitapçılarını kaybettikçe kendinden uzaklaşır.
Bir toplum, küçük kültür adalarını yitirdikçe aynı anda hem sessizleşir hem de kabalaşır.
Yozlaşma, önce dilde başlar, sonra mekânda, sonra bellekte.
Son Olarak:
Turhan Kitabevi’nin kapanışı, Ankara’nın kültürel atlasından bir noktanın silinmesi değil; bir rengin, bir tonun, bir sıcaklığın çekilip alınmasıdır. Bu kapanış, bize kültürün ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor. Bir toplum düşünmeyi alışkanlık olmaktan çıkarırsa, kitapların yerini daha kolay tüketilen şeyler alırsa, işte o zaman bu tür kayıplar kaçınılmaz olur.
Ama yine de bu kayıp bize bir çağrı gibi geliyor: Kültür yaşamazsa şehir ölür; okuyan azaldıkça toplum kabuk bağlar, düşünce mekânları yok olursa, geriye yalnızca gürültü kalır.
Turhan Kitabevi kapanıyor olabilir, ama belki bu acı, bize yeniden düşünmeyi, korumayı, sahip çıkmayı hatırlatır. Çünkü kültürel yozlaşmanın panzehri hâlâ elimizde: Okumak, hatırlamak, direnmek.
Arzu Kök


