TÜKÜRÜN, ALÇAKLARIN SURATLARINA!
Tükürmek… Dilimizin altındaki bezlerin salgıladığı sıvıyı dışarı atmaktır. İlk bakışta basit, hatta iğrenç bir refleks gibi görünürse de tükürük dediğimiz o küçük sıvının insan hayatında büyük bir yeri vardır: Tükürük: Ağzı ıslatır, lokmayı kolay yutmamızı sağlar, sindirimi kolaylaştırır. Kısaca temelde fizyolojik bir ihtiyaçtır. Ancak tükürüğün işlevi bu ihtiyaçla sınırlı değildir. Çünkü tükürüğün olduğu yerde sadece fizyoloji yoktur. Tükürüğün aynı zamanda psikolojik, sosyolojik, ahlaki, hatta hukuki boyutları vardır. Bu kelime edebiyatın da kapısını aralar; romanlara, hikâyelere, şiirlere konu olur; atasözlerimizde, deyimlerimizde yerini alır.
“Tükürdüğünü yalamak” sözü, döneklikle eş anlamlıdır.
“Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” çaresizliğin ifadesidir.
“İçine tükürdüğümün dünyası” dendi mi, artık sabır taşmıştır.
“Tavana tükürmek” boşluğu, “bir tükürüklük iş” olayın basitliğini, umursamazlığı anlatır.
“Kan tükürüp kızılcık şerbeti içmek” ise sabrın, metanetin en ağır hâlidir.
“Rüzgâra tüküren, kendi yüzüne tükürür” denilerek yapılan her kötülüğün dönüp sahibini bulacağı ifade edilir.
Tükürük, halk inanışlarında da karşımıza çıkar: Çakal uluyunca yere tükürmek, uğursuzluktan korunmak; gece suya, ateşe ya da aya doğru tükürmek uğursuzluk getirir, denir.
Kısaca tükürük, fizyolojiden çıkıp metafiziğe kadar bir dizi ilmin malı olmuştur.
Ama en çok bu eylem, ahlakın aynasında gösterir yüzünü.
Birinin yüzüne tükürmek, ona hakaret etmektir.
Yere tükürmek; yaşadığı kente, sokağa, topluma saygısızlıktır. Bu saygısızlığı alışkanlık hâline getirenlere sessizce başımızı çevirmek yetmez; nezaketten nasibini almamış birinin yaptığı bu eyleme sessiz kalmak, yaptığı rezilliğe ortak olmaktır. O hâlde en azından davranışlarımızla bu çirkinliğe tepkimizi göstermeliyiz.
Bazen öyle büyük haksızlıklar, öyle utanmazlıklar, öyle iğrençlikler yaşanır ki, insanın elinden bir şey gelmez, işte o zaman tükürük devreye girer. Haksızlığın, utanmazlığın, iğrençliğin gönlündeki öfkesini ağızdaki tükürük bastırmaya çalışır. Tükürük bu kulvarda başkaldırı aracı olur. Başkalarının acıları üzerine mutluluk inşa edenlere, dünyayı yakmak pahasına rahatını koruyanlara, adaleti ayaklar altına alıp şiddetle saltanat kuranlara ve devam ettirenlere karşı yapılan bu eylem sadece bir refleks değil, bir duruştur ki o duruş yerine göre bin söze bedeldir. Tam da bu noktada, Mehmet Âkif Ersoy’un sesi yankılanır kulaklarımızda: “Tükürün milleti alçakça vuran darbelere/ Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere...”
Tüküreceğiz elbet; ama yere değil; ahlaksızlığa, zulme, riyaya, yüzsüzlüğe, utanmazlığa, arsızlığa, sahtekârlığa… Vicdanı kararmış, aklı kirlenmiş olanların suratlarına… Kendini “insan” diye pazarlayan maskeli yamukların akıllarına, izanlarına, nizamlarına… İçtikleri anda sadık kalmayan şeref ve namusu yoksunu olan ve hâlâ insanım diye aramızda dolaşan döneklere…
Şimdi bana yine bir atasözünü hatırlatacak: ‘Arsızın yüzüne tükürmüşler, yağmur yağıyor’ demiş, diyeceksiniz. Tükürüklerimize yazık olur, diyeceksiniz. Böylesi pislikler, ne kadar ağır hareket görse, söz işitse yine de aldırış etmez; pişkinliğe vurup iyi bile karşılar, diyeceksiniz. Olsun, siz yine de tükürün; ahlak yoksunu, yüzsüz, arsız, vicdansız, namussuz kişilerin yüzüne. Varsın yüzüne tükürdüğünüz kişi yağmur sansın tükürüğünüzü; ama siz, yağmurun şiddetlisinin bereket değil felaket getireceği gerçeğini aklınızdan çıkarmayın ve olanca gücünüzle tükürün.
Hadi Önal/ 12 Kasım 2025/ Elazığ


















